Mustafa Kemal ile Falcı...

Onu, bundan yirmi üç yıl kadar önce tanımıştım. Konya'da ufacık bir gazete çıkarır, orada "kompozitör" imzasıyle yazılar yazardı. Çok, yaşlı, fakat hâlâ dinçti. Belli, gün görmüş, eyyam geçirmiş bir filozoftu. Felsefe öğretmenliği yapmış, belki emekli bile olmadan ayrılmıştı. "Ayaklı kütüphane" dedikleri tiptendi.

Bir gün Hadim ilçesine gelmiş, orada birkaç gün kalmıştı. Orada tanışmış, konuşmuştuk. Çocuk denecek yaşta olmama bakmadan yazı yazmağa özendirmişti beni. Yazdığı bir mektupta, "muharrir" diye yazmıştı. Çaktırmadan, nasıl sevinmiştim. O anlattı "masal gibi" öyküyü, şöyle:

Çanakkale savaşları ya bitmiş, ya bitmek üzereydi. Bir gün arkadaşımla, bir iş için Harbiye Nezaretine gitmiştim. Orada işimizi izlerken, arkadaşım kolumu dürttü:

-Şu gideni görüyor musun?

-Evet...

-Onun adı, Mustafa Kemal'dir. Bir gün padişah olacak...

Son sözleri kulağıma fısıldıyarak söylemişti. Sonra ayrıldık arkadaşımla. Ben öğretmenliğe başlamıştım Bolu'da.

Bir süre sonra, İstiklâl Savaşı başladı, arkasından cumhuriyet. Bir sabah, toplar atıldı ve Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı olduğu ilân edildi. O zaman, kafama "daaaank..." etti. Yıllar önce bana, "onun adı Mustafa Kemal'dir, bir gün padişah olacak" diyen arkadaşımı hatırladım. Evlerini biliyordum. Atladığım gibi, doğru İstanbul.... Saraçhane başında yürüyordum ki, geçen tramvayda arkadaşımı gördüm. O da bana el salladı:

-İniyorum, bekle... dedi.

Ben kucaklayıp öptükten sonra:

-Beni neden aradığını biliyorum, anlatayım, dedi ve anlatmağa başladı:

-Selânik'te biz Mustafa Kemal'lerle aynı mahallede otururduk. Evlerimiz de yakındı. İkimiz de yakın yaşlarda, çocuktuk. Mahallede bir falcı vardı, çok ünlü idi. Her eve gitmez, rastgele bir yere gider, bir şeyler tahmin eder çıkardı. Söylediklerinin kesinkes çıkacağına mahallede herkes inanırdı. Falcı kadın, bir gün Mustafa'ların evine girdi. Mahalle'nin bütün çocukları arkasındaydık. Mustafa'nın eline baktı, falcının gözleri iri iri olmuştu.

-Sen, dedi, padişah olacaksın, onbeş yıl kalacaksın.

Falcının söylediklerini o zaman pek anlayamamıştık. Memlekette "padişah" vardı. Padişah sülâlesinden olmayan birinin padişahlığından söz etmek tehlikeliydi. Bir yol kalıyordu, Mustafa Kemal ihtilâl mi yapacaktı? Bir yol daha vardı, örneğin Cumhuriyet mi olacaktı yoksa? Hasılı konuşmak, söyleşmek tehlikeliydi... Fakat falcımıza da inanırdık. Kendi aramızda Mustafa'ya zaman zaman "Padişah Mustafa" dediğimiz olurdu. İşte benim sana, Harbiye Nezaretinde söylediğim bundandı...

Sonra devam etti:

-Amma, sana asıl ilginç yanını söylemedim daha öykünün... Anadolu hareketi başlamış, Mustafa Kemal Anadolu'ya geçmiş, başarı da kazanmıştı. Cumhuriyet ilân edilince kalkıp Ankara'ya gittim. Gazi Mustafa Kemal'i, eski mahalle arkadaşımı görecektim. Kabul edildim. Beni iyi karşıladı. Kafası memleket sorunlarıyla yüklüydü. Ayrılırken, kapının yanında, bir de ne göreyim?

-Ne gördün?

-Falcı’yı. Yaşlanmış, daha da kurumuştu...

Bu yazının başına "masal gibi..." dedim, belki uydurulmuş bir masal, bir öykü... Bana anlatan çoktan ölmüş olmalı. Bana anlatana anlatan da.

Tanıdık tanımadık okurlar geliyor, biri şöyle dedi:

-Satırların arasını okumaya çalışmaktan beyin humması olacağız neredeyse. Ne oluyor Ankara'da, ne olacak bir türlü açıkça yazmıyorsunuz.

-Ne yazalım istiyorsunuz? İşte kulisleri, en ince en kıyı köşelerine dek veriyoruz ya...

Daha açık yazın. Kim olacak Cumhurbaşkanı, bilmek istiyoruz...

-Çok değil, bir gün kaldı, hep birlikte öğreneceğiz.

12 Mart 1973