Ayıp Ayıp, Sen Cici Kızsın!

Sinirlerin hayli gergin olduğu sıralarda hükümet içerde ve dışarda birçok pürüzü gidermenin rahatlığına kavuşmuştu. Siyasal yönden zin­cirlerinden kurtulmuş gibiydi. Olaylar, Türkiye'de asker-sivil ilişkilerine yeni bir çerçeve de getirdi. Başbakan sadece Anayasa gereği olarak Genelkurmay Başkam'nın âmiri değil, tüm askerlerin saygısını da ka­zanmış, bilgisine ve kafasına güvenilir kişi durumuna gelmiştir. Bu Ecevit'in yetenekleriyle de saptadığı, kabul ettirdiği bir nitelikti. Daha kısa bir süre önce, buyruğundaki bürokratlara söz dinletemeyen hükümet birdenbire, bütün kurullar üstünde otoritesini dinletir hale gelmiştir. Olaylar öylesine gelişmiştir ki Türkiye, taa vaktiyle İnönü'nün "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır" dediği yerine gelmiş ve yerini al­mıştır. Şimdiye değin hep Türkiye'ye şu söylene gelmişti:

-    Aman müdahale etmeyin...

Bu kez karşılık tek olmuştur:

-    Niye müdahale etmeyelim...

İlk kez, Türkiye yakın dostları istediği yahut reddettiği için değil, haklı olduğu için "müdahale" etme olanağını bulmuştur.

Kıbrıs çıkartmasının üstünden neredeyse haftalar geçtiği halde, bü­tün ülkede konu tazeliğini yitirmemektedir. Başbakan Ecevit'e telgraflar mektuplar yağmaya devam etmekte. Son günlerde, muzip bir vatan­daş, ahretten İnönü'nün ağzıyla da bir mektup yolladı. Ecevit'e. Ata­türk'ün uzun süre beklettikten sonra, kabul ettiğini bildiriyor İnönü. Ata­türk, "Ne iyi etmişim de gençliğe emanet etmişim" diyormuş. İnönü'nün de bir ricası var: "Bu mektubumu damadım görmesin, kullanmağa kal­kar" diyesiymiş.

Genç bir kadın İstanbul'dan yolladığı mektubun içinde, nikâh yüzü­ğünü gönderdi yardım olarak. Bir bilezik, üç tane de yüz liralık. Ecevit, olduğu gibi Genelkurmay'a gönderdi ve gerçekten duygulandırdı olay onu. Genç kadın, aklımda kaldığına göre mektubunda şöyle diyordu:

"Elimizde olan bu. Ancak hatamızı bağışla. Sana söz veriyoruz, da­ha çok tasarruf yapacağız, böyle günler için..."

Koca bir ülke çalkalandı olup bitenlerden.

Yıllardır bir barut fıçısı durumuna getirilmiş Kıbrıs'ta uzmanlar ne derse desin, başarılı oldu harekât. Kısa sürede sonuç alınması ise, so­runun kangren olup gitmesini önledi. Bu yönden büyük başarı öncelikle güçlükleri bundan böyle de göğüsleyebilmek için kişisel hesapları bir yana bırakmak gerekiyor. Özellikle muhalefetin anlayışlı davranması akıllıca olur kendisi açısından da.

Kızılay'da dolaşırken, AP'nin ileri gelenlerine rastlamıştım. Şöyle bir selâmlaşıp geçmekti amacım. Onlar durdurdular beni yol üstünde...

-  Sen söyle bakalım, bu bir zafer mi yoksa hezimet mi... anlamına gelecek biçimdeydi sorular. Varılan sonuçta herkesin payının bulundu­ğunu söyledim. O, bu sonucun hazırlanmasında kendilerinin büyük pa­yı olduğunu söylüyordu. Devam etti:

-... 1969'da bir baktık 600 paraşütümüz vardı. Karar verdik, bilmem kaç milyar liralık paraşüt satın aldık. Kıbrıs'a inen paraşütçülerimizin pa­raşütü bizim iktidarımız zamanında satın alındı.

-  İyi işte aferin. Bak ne iyi olmuş. Fakat siz, neden bunları söylüyor­sunuz da, hükümetin tutumunu desteklemediğinizi her fırsatta gösteri­yorsunuz. TBMM'nin son toplantısını izledim, siz de oradaydınız. AP'lilerin ağzını bıçak açmıyordu, neden?

AP'li en can alıcı yerine dokunmuşum gibi inledi:

-  Bak anlatayım, bu bir millî mesele tamam. Başbakan çıkıp açıkla­ma yapıyor dinliyoruz. Fakat, hemen arkasından Erbakan çıkıyor aynı açıklamayı bir de o yapıyor. Eee, yani biz millî mesele diye, CHP ile MSP'nin ortaklığını pekiştirme zorunda mıyız? Hadi sen söyle...

Ayşe Hanım'ın sinirleri çoktandır hayli gergindi. Doktora gitti. Doktor da bayan. İyileşmenin biraz da dikkate bağlı olduğunu mu anlatmak is­temişti doktor acaba? Bir ara pat diye Ayşe Hanım'a sordu:

-    Sen kimsin?

-    Hiiiç... diye karşılık verdi Ayşe Hanım.

-   Hiçsin ya, diye sürdürdü konuşmasını bayan doktor. Ama sen hiç olduğunu kabul etmek istemiyorsun. Halinde "ben de ezerim, yok ede­rim." havası taşıyorsun... bak sana anlatayım da dinle...

Benim kocam da bu hastanededir. O da doktordur. Benim kadar bütün hastane de kocamın hemşirelerden biriyle kırıştırdığını bilir. -

Bir gün evde oldukça kalabalık bir kokteyl verdik. Kocam, o hanımı da çağırmış kokteyle. Kokteyl sırasında elimde içki bardakları dolu tep­siyi konuklara dolaştırıyorum. O hanıma da tuttum, gözgözeydik. O, bardağı tepsiden aldı ve... yere fırlattı...

Bayan doktor, Ayşe Hanım'a sordu:

-    Ben ne yaptım, ne yapmam gerekirdi?

-    Bu skandaldır, defol diye kovdunuz onu.

-   Yoooo, hiç de öyle yapmadım. Yavaşça yaklaştım, kulağına eğil­dim:

"Ayıp ayıp, senin gibi bir cici kıza yakışmaz..." dedim.

Olaydan ders: Ayıp ayıp yakışmıyor, muhalefete.

(6 Ağustos 1974)