İzinliydim dün. Çankaya’da oturduğumuz iki buçuk göz oda, mutfak, banyo boyandı. Tertemiz pırıl pırıl oldu. Eylem’le, Özlem’in odasını koyu pembe renge boyattık. Oturma odası, açık şampanya rengi. Ancak; yine iznin bir tadını çıkaramadım diye düşünüyordum kendi kendime. Ne bekliyorum sanki, izin günü, öbür günlerden başka bir gün değil ki. Yine kafamda, yazacağım haberlerin, yazıların konuları, dönüyor ha dönüyor. Odalar boyandığı için evde de kalamayız, gece Kifayetlere gideceğiz. Sabahat de gelir. Ben de “Ankara Notları”nı bitirince giderim yanlarına.
Ne kadar yakınsam, şöyle dilediğim gibi bir dinlenemiyorum desem de, inanmıyorum söylediklerime. Çalışırken belki daha iyi dinleniyor insan.
Babam anlatırdı. Araç, gereç olmadığı için Konya-Hadim arasını -ki 110 km’dir- yaya gidermiş. Hızlı yürüyebilmek için de kendilerince yollar bulurlarmış…
-Yolda kucağıma kocaman bir taş alıyorum. Bir süre o taşı taşıyorum. Bırakır bırakmaz, büyük bir yeğnilik, ohh… Koşar gibi yürüyorum o zaman…
Nazım’ın dediği gibi, babamızdan ileri, Eylem’den Özlem’den geriyiz biz…
Bugünlerin konuları, aftan yararlanamayıp, içerde kalanların yarıaçık cezaevlerine gönderilmeleri başta. Bence askeri tutukevlerinde kalanlar da, az çok boşalan sivil cezaevlerine taşınmalı, orada davalarının sonuna kadar, daha iyi koşullarda barındırılmalıdırlar. Bunun için hükümetin yetkilerini kullanması ve ivedilikle karar vermesi yeter.
Niğde Cezaevi’nde -çimento tozları içinde- yatan eski TİP yöneticilerinin İmroz Adası’na gönderilmeleri, galiba gün işidir. Hükümet bu konuda hazırlıklara başlamıştır. Hükümlülerin nakledilirken kelepçesiz, uzun yolculukta rahatsız olmayacak biçimde götürülmeleri gerekir. Türlü haksızlıklardan, Eziyetlerden gelmiş kişilere, Ecevit Hükümeti daha insanca davranacaktır sanırım.
Niğde'de eski Tİ Plilerden başka, çok sayıda siyasal hükümlüler, gençler var. Çoğunun adlarını gazetelerden biliyorum. Onların da yasalar izin verdiğine göre, istedikleri bir cezaevine gönderilmeleri zorunludur. Bunlardan Erdal Karatan, mektubunda özetle şöyle diyor:
"Biz sekiz arkadaş, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Askerî Mahkemesince 5 yıldan 9 yıla kadar cezaya çarptırılan Erzurum-Kars Dev- Genç grubu olarak beş ay önce, Niğde Kapalı Cezaevi'ne nakledildik. Koğuşa alındıktan sonra ne görelim, küçücük beton tabanlı avluya kar gibi çimento tozu yağıyor. On dakika temiz hava almak için beş gram toz yutmak gerek. Bu durumu siz daha önce "Ankara Notlari'nda dile getirmiştiniz, fakat kimseden çıt çıkmadı.
Şu anda ise, ne kimseden özel işlem, ne de özel yasa bekliyoruz. İstediklerimiz şöyle özetlenebilir:
Cezasının üçte birini iyi halle geçirenler öteki hükümlüler gibi açık cezaevine gönderilmeli. Çünkü, bir cinayet hükümlüsü, bir uyuşturucu maddeden hükümlü nasıl gönderiliyor ise, biz de aynı biçimde gönderilebilmeliyiz. Kaldı ki, İnfaz Kanunu'nda "siyasî nedenle hüküm giyenler açık cezaevlerine gönderilmezler" diye bir kayıt yoktur.
Ayrıca, cezalarının büyük kısmını yine iyi halle, geçiren öbür hükümlüler gibi biz de ailemizin oturduğu il veya ilçelere gönderilmeliyiz. Açık cezaevine gönderilirsek çalışarak, ailemizin oturduğu yerlere gönderilirsek ailemizin olanakları ile geçimimizi sağlıyabiliriz.
Size bir örnek vermek istiyorum: Kars'tan Niğde'ye görüşmeye gelen bir kişi en az bin lira harcamak zorunda kalıyor. Eğer görüş günü yetişememiş ise günlerce otelde kalma zorundadır. Harcanan para ise, bir hükümlünün 4-5 ay geçinebileceği bir miktarı kapsamakta. Bu nedenle iki buçuk yıldır ancak bir kez ziyaretçimiz gelebildi.
Sonuç olarak, üzerimizi kaplayan toz bulutu Sayın Başbakanımızın "akgünler" bulutu olmamalı. Her gün avludan süpürdüğümüz bir teneke çimento tozu ise "akgünlerin ak meyvesi" hiç olmamalı. Özgürlük ve demokrasi yanlısı bir Başbakan olarak kendilerinden var olan yasaları uygulamasını bekliyoruz ve umuyoruz..."
★
Ertuğrul Kürkçü'den haber aldım yeniden. Kendisinden değil, haber aldım diye okuyup da, nasıl haber gönderdin diye eziyet etmesinler bari. Daha önce, "Ayağa kalktıklarında bile birbirlerine değiyorlar, öylesine kalabalık koğuş" diye yazmıştım. Galiba, sakat uygulamayı düzeltme yönünde bir eğilim varmış. Selimiye'de kalan siyasal tutuldular da, Çamlıca'da siyasal tutuklular için yapılan cezaevine nakledilebilirler diye düşünüyorum.
Kürkçü'nün, mektubunu yayınladığım için, "memnun" olduğunu sanıyorum. "Bu iş, burada bitti..." demiş olmalıdır.
Mektubu yayınlayışımı, bir tartışma açma biçiminde yorumlayıp, - okuduğunu da anlamadan- yazı döktürenlere diyeceğim hiç bir şey yok. Okuduklarım, ilk sataşma değidi ki...
Okuduğunu anlamayana şapka çıkarmam ben, selâm vermem. Kişinin akılsız dostu olacağına, akıllı uslu düşmanı olmalı...
(1 Haziran 1974)