Emniyet Sayayı'nın -bilmem- kaçıncı katında SBF doçentlerinden birinin sorgusu yapılıyordu günlerdir. Doçentin eşi, Emniyet Sarayı'nın kapısına dek geldi, eşine bir ihtiyacı olup olmadığını sormaktı amacı. Cevap geldi:
-Bir ihtiyacım yok, diş macunu ile diş fırçası getirsin...
SBF'li doçent, Emniyet Sarayı'nın bilmem kaçıncı katında günlerdir yalnız değildi. Kendisiyle birlikte daha üç tane asistan, ifade veriyordu.
Koskoca bir fakültenin bir doçenti, üç asistanı Emniyette yatıp kalkıyorlar, ifade veriyorlar, olayları izlemek ve sadece "olay" olarak haber yazmak durumunda ve görevinde olan basın hiç oralı olmuyordu.
İfadeleri alınacak olanlar, değiştirilen yasa hükümlerinin de gereği, alınıp götürülebiliyorlar, günlerce Emniyet Sarayı'nın -bilmem- kaçıncı katında "misafir" edilebiliyorlardı. Yasaların buyruğu ise, buna benim de bir diyeceğim yok, olamaz. Ancak, böyle bir olayı görmezden gelmek ve olmamış saymak, işte bu benim basın özgürlüğü anlayışımda ve kitabımda yoktur. Kokteyllerde elimizde kadehler, caka sattığımız gazeteci arkadaşlarımın kitabında ve basın özgürlüğü anlayışlarında da olmamak gerekir.
-Ne demek istiyorsun yahu, ne olmuş?
-Şu olmuş. Birkaç gün önce, SBF'ye gelen emniyet görevlisi sivil memurlar, bazı öğretim üyelerini "bilgilerine başvurulacağı" gerekçesiyle alıp götürmüşler. Odalarını bir bir arayıp, bazı kitaplarını da...
Zaten ne gelmişse, şu kitaplar yüzünden gelmiyor mu bunca insanın başına? Üniversite öğretim üyesi, doçenti, profesörü de olsan, okuduğun sürece kurtulamazsın kazadan...
SBF dekanı ile konuşuyorum:
-Bir haber var mı, öğretim üyelerinizden?
-Vallahi Ekmekçi bey, bir haber alamıyoruz. İçerden gelen haberlere göre, "yarına çıkarlar" deniyor. Fakat bildiğimiz bir "gözaltı" ya da "tutuklama" söz konusu değil. Öyle olsa haberimiz olurdu. Bekliyeceğiz bakalım. Her halde kanunî süreler dışında bir şey yapılamayacağına göre, anlıyacağız bir-iki gün içinde.
Suçları nedir, bilemem. Varsa mahkemelere verilir, yargılanırlar. Ancak, aklımın ermediği, gözlerimizin önünde olup bitenleri yazamamakla karşı karşıya bırakılmamız.
Bir açıklama yapılmalı, bir kez basına bildirilmeli. Basından, gerekli görülüyorsa, yazılmaması da istenebilir. Gördük örneklerini. Ama, olayları görmezden gelmeyi kimse isteyemez. O zaman kulak gazeteleri çalışmağa başlar ki, etkilerinin nerelere vardığını herkesler bilir. Bir yorum yapmıyorum, ileride yorumlarını yetkili ve etkili bir biçimde yapacakların çok olacağını çok iyi biliyorum. Şimdi, son SBF öğretim üyeleri olayı, yurt dışına yabancı ajanslara gitmemiş midir? Ohooooo, çoktan gitmiştir. Peki neden Türk basınında yayınlanmaz, çıkamaz? Basın özgürlüğünün fazla geldiğinden mi? Sayın Korutürk, biliyorum ki, basın özgürlüğüne inanmış kişidir, lütfen el koysun bu olaya. Haberin neden yazlamadığına el koşun; bir bakalım ne sonuç alacak?
Bundan bir süre önceydi, Prof. Mümtaz Soysal o zaman tutukevindeydi. Yeniortam'a Soysalla ilgili bir belge ve bazı iddialar geldi. Ne yapmalı, yazamadık. Ancak, zamanının Cumhurbaşkanı Sunay'a durumu bildirdik. Sıkı bir inceleme ve soruşturma yapıldığını hatırlıyorum. Bu arada, "Ekmekçi'ye bu belge nasıl gitti?" diye, bazı gariplerin de başı yakılmak istendi. Onu duydum. Amma, sıkı soruşturma yapıldı, onu da biliyorum, ben de Sıkıyönetimde ifade verdim.
-Size kim getirdi bu belgeyi?
-Bilmiyorum...
-Neden bunu Sıkıyönetime değil de, Sayın Cumhurbaşkanına bildirdiniz?
-Aklıma öyle geldi.
Ancak şunu anladım, Cumhurbaşkanlarına yansıyınca mesele, galiba daha iyi incelenebiliyor.
27 Mayıs 1973