Gelin Balığı!..

Avukat Niyazi Ağırnaslı, Adliyenin arkasında Konya sokağındaki yazıhanesinde, gelecek konuğu beklerken, "Dur bakalım, hayırdır" diye düşündü. Gelecek konuk, eski Merkez Komutanı, Tümgeneral Tevfik Türüng'dü. Sıkıyönetim dönemlerinin adı duyuldu mu, salâvat getirilen Türüng, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ün kardeşi. Amma, neden birinin soyadı Türün de öbürününki Türüng? Bunları düşünüyordu herhalde kendi kendine Ağırnaslı. Telefonda şöyle demişti:

-Niyazi Bey, bir kahvenizi içmeye geleceğim...

-Buyurun Paşam...

-Aslında ben size dargınım, içerden çıktıktan sonra, sizin benim kahvemi içmeye gelmeniz gerekirdi. Siz gelmediniz ben geliyorum.

-Hay hay, beklerim...

Biraz sonra, Paşa'nın geldiği handaki terzi çıraklarının kapılara çıkıp seyre koşmalarından anlaşıldı.

Türüng'le, Ağırnaslı’nın konuşmaları bir çeşit "muhasebe" biçiminde oldu. Türüng, önce kendi hakkındaki yayınlardan söz etti:

-İlhami Soysal yazdı. "Boyu belimden aşağıda" diye yazdı. Mustafa Ekmekçi, kızımın turizm gönüllüsü olarak bir yere nakli olayını parmağına doladı. Aslında mesele tam öyle değildi. Ben kızıma torpil yaptırmak için gitmemiştim bakanlığa...

-Paşam, yazsaydınız iki satır bir mektup yayınlardı, düzeltirdi Ekmekçi...

-Yazmak istemedim. Hem bizim öyle yazıp çizme yetkimiz yok.

Söz eski günlere geldi, konuşma sırasında Türüng, yerleri titreten Merkez Komutanı, Niyazi Ağırnaslı da "Balyoz Harekâtı" yahut "Rehin Olayı" nedeniyle içeride o zamanlar.

Ağırnaslı ve daha dört beş arkadaşı, gözaltındayken, MİT'e gözaltından adam götürülüp, işkence yapıldığından yakınmaktadırlar. Ağırnaslı o günleri hatırlatır. Türüng, Osman Arkış'ın cezaevinde gözlerinin kör olduğu, cezaevinde çok tutuklunun hücrelere atıldığı gibi birçok konuyu hatırlatır kendisine. Türüng karşılık verir:

-Ben cezaevlerinde olanları bilmiyorum. Ben gözaltına bakıyordum. Haa, yalnız bir şey oldu. Atıf Erçıkan’ın evine dinamit atıldığında, haber verdiler gittim. Onun sanığı Sarp Kuray'ı getirdiler. Ona bi tokat vurdum, o kadar...

Ağırnaslı, eski Merkez Komutanıyla, gözaltındayken yaptıkları konuşmayı da hatırladı. Olay, işte o MİT'e adam götürüp işkence yaptırma olayıydı. Türüng, şöyle dedi:

-Sizinle yapılan o konuşmayı ben banta aldırmıştım. Konuşmaları Genelkurmay Başkanına ve Sıkıyönetim Komutanına da dinlettim. Dikkat ettiyseniz, ondan sonra gözaltından MİT'e kimseyi göndertmedim.

Ağırnaslı'ya o zaman -3 yıl önce- Türüng sormuştu:

-Peki ne olacak bu işler, nereye varacak?

-Koşullarımız eşit olsa ne olacağını anlatırdım. Siz, bunları yapacaksınız. Sonra politikacılar gelecekler, sizleri emekliye sevkedecekler...

-Olmaz öyle şey...

O zaman öyle demişti, Türüng.

Ağırnaslı'nın yazıhanesinin kapısı meraklılarla dolmuştu. Bir terzi, sordu:

-Ne zaman emekli oluyorsunuz?

-Belki bu Ağustos'ta.

-En iyisi o. Unutulursunuz daha iyi...

Ağırnaslı tahminlerinin üç yıl içinde gerçekleştiğini anlattı Türüng’e. "Ben size dememiş miydim Paşam" diye de takıldı.

Konuşmaları daha uzundu belki. Türüng, eski bir sanığın yazıhanesinden dostça ayrıldı.

Aziz Nesin Ankara'daydı, döndü İstanbul'a. Aziz Nesin bu kez eşi Meral'le gelmişti.

-Çok daraldım İstanbul'da bunaldım. Bir değişiklik olsun diye geldim Ankara'ya.

Tahsin Saraç, Nesinleri, bizleri Hülya lokantasında yemeğe çağırdı. Yemek boyunca günün sorunları üstüne konuşuldu. Karşı masadan bir

çift yemeğin tam ortasında Aziz Nesin'i farkedip, tanıyınca gözlerini dik tiler bizim masaya. Nesin'i nasıl sevdiklerini anlıyordum gözlerinin pırıltısından. Kahkahalarımızı duyuyor, onlar da gülüyorlardı, ne dendiğini belki anlamadan.

-Aziz Bey, siz Mahir Kaynak'ı hiç gördünüz mü?

-Bir kez karşılaştık. O, 1970 öncesindeki İstanbul'daki TÖS binasında yapılan toplantıdaydı. Orada Mahir Kaynak da bir konuşma yaptı. Özetle şöyle demişti:

"Tarihsel gelişme hep bunu gösteriyor. İlerici olan ordu, hareketi yapıp sonra sivil kadroya bırakıyor yönetimi. 27 Mayıs'ta da böyle oldu. Ben diyorum ki, yine askerler alsın bu kez işçilere versin iktidarı..." Böyle konuşmuştu. Konuşmalardan sonra bir ara çay içiyorduk. Tam karşımdaydı, Mahir Kaynak. Şöyle dedim:

-Sizi tebrik ederim Mahir Bey. En güzel konuşma sizinkiydi...

Fakat, Mahir Kaynak'ın gözlerime dikkatle baktığını farkettim. Acaba, kendisini yani ajan olduğunu anladım mı acaba, diyen bir bakıştı bu. Şimdi, o bakışın anlamını çok daha iyi değerlendiriyorum...

-O zaman, gerçekten anlamamış mıydınız?

-Nasıl anlayayım, kimse anlamadı...

Ben olsam anlayacak mıydım sanki?

Ankara'da oturan İlhan Bozkurt, mektubunda "gelin balığı"nı anlatmış. Şöyle diyor:

"Latince adını bilmem ama, halk "gelin balığı" der. Ne zaman iyi bir yem taksam gelir oltamın ucunda.

Deniz dibinin burjuvasıdır... Yemin iyisini yer. Oltaya fazlaca yüklenir. Misinayı gerer. Çekeni ümitlendirir. Pek de fiyakalıdır. Rengi desenin en güzeliyle bezenmiştir. Göz alıcıdır.

Amma, suyun üstünde görünmesiyle iskelenin betonuna çarpılması bir olur. O alımlılığına karşın eti yenmez. Yem olmaz. Hele hele akvaryuma hiç konmaz. O dipteki burjuvalığını akvaryumda da sürdürür. Lüksü için, balık yemi yerine süs balıklarına göz diker. Onları yem olarak seçer..."

İlhan Bozkurt, mektubunun sonunu, yurtta hiç değilse "millî burjuvazimin gerçekleştirilmesi dileğiyle noktalıyor.

13 Şubat 1974