Ayşekadın Fasülyesinin Türk Ekonomisine Etkileri

Süleyman Bey'in öfkesi tepesine çıktı, Hacı Ali'yi görünce. İyi iş yap­mışlardı sanki. Isparta'lılığa yakışır mıydı yakalanmak..

Partinin içi de bir tuhaftı. Nahit Menteşe üzgündü, ne denli göster­memeye çalışsa. İster misiniz, ne var ne yoksa çorap söküğü gibi sö­külsün, dökülsün ortaya.

-Ne gibi yani?

-Ne gibi olacak Yahya'nın asker kaçağı olduğu. Askere sevkedildi, daha doğrusu hastaneye. Fakat askerî hastane "çürük" raporu verme­di, birkaç gün istirahatle geçiştirdi işi...

Yahya, İsviçre'ye gitmeden oldukça soğukkanlıydı. "Bu solcuların işi, yapacaklar elbet" dedi, bilgiç bilgiç işin içinden çıkacağını muştuladı. Şeref Durugönül'ün evine dinamit atılacağını Yahya, kaç gün önceden biliyor muydu?

Çok kimse, Yahya'nın yirmi milyonu cebe indirdikten sonra bu ka­dar parayı ne yaptığını, nasıl yediğini merak ediyordu, iyi mi?

Ankara'daki Tenis Kulübü'ne gidiyordu yeğen, orada -herkesin gire­meyeceği salonda- bol paralı oyunlar dönüyordu ki feleği şaşar aklına getirenin. Yüzbin mi, kaç yüzbin?

Kulislerde dedikoduları söyleniyordu "Cadillac" arabanın. Herkes solcu mu olmuş çıkmış ne? Cadillac araba, 1975 model. Gövdesi açık boncuk mavisi, üstü dersen pasifik mavisi, içi ipek "köylü lâcivert kadi­fe" ben lâcivertle karayı karıştırırım çok zaman. İçinde "Stereo" çalgı ay­gıtı. Otomatik soğutaçlı. Teyp, pikap ne istersen var, küçük bir barı bile. Tam 750 bin liraya satın alındı...

Karavezir, Mustafa Gülçügil arkadaşlarına Anadolu Kulübü'nde dert yanıyordu.

-Az mı dil döktüm, kimseye dinletemedim. Bu Şellefyan'ı ziyarete gitme bu kadar. Dedikodu olacak, hem sen hem partinin başı derde gi­recek, diye. Dinletemedim...

İslâmköy adı niye konmuş bakalım, Türkiye'de başka İslâm yokmuymuş?

Ahmet Topaloğlu, eski Millî Savunma Bakanı, bilmiyor muydu Şellefyan’la ilişkileri? Geçenlerde "Ankara Notları"nda yazdım. Adlar ver­dim, örneğin Osman Gümüşoğlu, örneğin Kemal Demiralay... Ne olur, iki satırlık "tekzipçik" yollasalar ya, "yazdıklarınız baştan aşağı yalandır uydurmadır, ne o Şellefyan'ı tanır, ne Şellefyan onu." deseler, bir yazı­da da Ahmet Özal'ın adı geçti. Bende dürüst bir izlenim bırakmış adı Özal'ın. Bilmiyorum nerelerdedir?

Hacı Ali Bey, ne kadar arsa kapatmış deniz kıyılarında, fabrika yapı­lacak yerlerde, bunları kim açıklıyacak? Sanırım, Cephe İktidarı değiş­tikten sonra, dökülecek bunlar ortaya birer birer, yahut toptan.

Hacı Ali Bey, Arapça harfleri bilir, bir bayram kartını Yaşar Tunagür'e Arap harfleriyle yazıp yollamış..

Yaşar Tunagür nerdedir, diye düşünürken bir haber geldi. Kökü Onasis'e uzanan bir yabancı şirketin temsilcisi mi, yöneticilerinden miy­miş? Yabancı firmanın adı, "Trans Amonia" Akdeniz Gübre Sanayii'ne amonyak satıyor. Eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı nerdeee, ya­bancı şirket temsilciliğinin yöneticiliği, taaa Onasis'e uzanan. Yaşar Tu­nagür, Demirci'lerden birinin evinde mutça yanı bedava oturdu da yıl­larca. Hadi, Şellefyan'la Tunagür arasında da ilişki kurun bakalım, yok deve...

Adana'da gözaltına alınanların birinin tırnağını söktü polisler. "Ba­ğımsızlık yürüyüşü" yapmışlardı ya, rastgele tutulup emniyete getirilen­ler bodruma tıkılır tıkılmaz dayaktan, falakadan geçirildiler. Daha sonra onar kişilik gruplar, emniyete getirildi dağıtıldıkları karakoldan. İşkence başlıyordu. 50-60 kişinin sürekli elektrik işkencesinden geçirildiğini an­lattılar.

Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne başvuran sanıklar, Adli Tıb'ba sevkedildiler. Çoğu, işkence gördüklerini saptayan raporlar aldılar. Devlet Güvenlik Mahkemesi başka, emniyet başkaydı ya, kimden alıyorlardı bunlar buyruğu işkence yapmak için?

Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde de bir tedirginlik olduğunu sezi­yorum. Anayasa Mahkemesi iptal etmiş kuruluş yasasını, gelgelelim bir türlü açıklanmıyor karar. Mahkeme yargıçları, başkanları düşünüyor:

- Biz Anayasaya göre var mıyız, yok muyuz?

Bazı savcılar, "Varız, varsınız" diyorlar.

Ne bilelim...

İşkence görenler, bir Adana'da mı? Geçen dönemde "Ben bir işken­ceciydim" diye anılarını yazan polis memuru Mehmet Pekşen de tutuk­lu. Ankara Cezaevi'ndeymiş. Bir yürüyüşte eski arkadaşları yakalayın­ca, Haini yakaladık" deyip götürmüşler yargıcın karşısına...

-Sen bizleri yazarsın da, al sana.. Bu da yazdıkların için.

İşkenceci Mehmet, işkence görüyor günlerce. Kimseciklerin ruhu duymuyor.

-Mustafa abime haber iletin, o yazar halimi, duyurur., demiş.

Bakanlığa yeni yeni kitaplar alınıyordu. Yeni yayınlar.. Bunlar deği­şik konularda kitaplardı. Aralarında dergiler de vardı. Bakanlık ilgili dai­reye sorardı böyle durumlarda. Memur deyimiyle "mucip" alınır, yani kı­lıf hazırlanırdı. Son olarak şöyle bir yazı geldi:

Ayşekadın Fasulyesinin Türk Ekonomisine Etkileri, kitabından alın­ması düşünülmektedir. Ancak kitabın incelenerek aşağıdaki soruların en kısa zamanda cevaplandırılması rica olunur:

1-Kitap gerçekten bakanlığımızı ilgilendirir nitelikte midir? (Siz kaç tane alınacağı üzerinde durmayın, sadece yararlı olup olmadığını bildi­rin).

2-Kitapta aşırı cereyanlara yer verilmekte midir? (Bu hususa özel­likle dikkat edilmesi).

Dairede herkesin eli ayağı tutuştu. Ne karşılık verilmeliydi ki? Kitap nasıl olsa alınmasına alınacaktı ya, soruluyordu işte.

Şöyle bir karşılık verildi:

"Ayşekadın Fasulyesinin Türk Ekonomisine Etkileri kitabında aşırı akım bulunup bulunmadığı "özel uzmanlık" gerektiren bir konu olup, ko­nunun bir kez de "Sivil Savunma Uzmanlığı'na sorulması" yazı yazıldık­tan sonra herkes rahatladı. Biri şöyle dedi:

- Şu bizim işler, tam Aziz Nesin'lik işler...

(14 Eylül 1975)