İşkenceci...

Bir okur, yolladığı mektupta sözü işkencelere getirerek, şu fıkrayı anlatıyor:

…İşkenceden bahseden bir yazı okusam, daima amcamın anlattığı bir fıkra gelir aklıma. Fıkra şöyle:

Epey eski bir devirde, bir adamın çocukları erkek olurmuş. Ve adam da bunu övünç konusu yaparmış. Her yerde arkadaşlarını kızdırmaktan da kıvanç duyarmış. Bir arkadaşı dayanamayıp, şöyle demiş:

- Böyle söylüyorsun ama, ya bir kızın olursa neylersin?

- Eğer kızım olursa, onu bir gâvura veririm…

Bu söze tanık olanlar olmuş. Gel zaman, git zaman adamın karısı hamile kalmış ve bir kız çocuk dünyaya getirmiş. Adamı bir tasa, bir düşünce alır düşünürmüş işin sonunu. Amma kendi kendine teselli de veririmiş:

Hele dur bakalım, kız büyüyebilir mi? Ohooo… Kim öle, kim kala.

Günler günleri, yıllar yılları kovalamış. Kız büyümüş, gelişip güzelleşip serpilmiş. Adamın tasası da artmış. Sağdan, soldan ağız arayıp görücü gelmek isteyenler çoğalmış. Adamcağız, düşünmüş, taşınmış bir hocaya gitmeye karar vermiş. Gidip durumunu açıklamış ve “Aman hocam, bana bir yol göster” demiş. “Bu badireyi atlatayım.” Hoca düşünmüş ve şu karşılığı vermiş:

-Oğul, sen Tanrı’ya karşı gelip büyük söz söylemişsin. Kızını Hristiyana veremezsin, onun Allah’ı kitabı var. Musevi desen o da öyle. Müslümana hiç veremezsin. Versen versen, bir işkenceciye verebilirsin, çünkü onların ne Allah’ı, ne dini, ne kitabı ne de insaf ve imanı vardır…

TİP davası Askerî Yargıtay’da görüşülmekteydi. Kiminin bir dosyası, kiminin yaptığı bir konuşma, kiminin aldığı bir mektup gerekçe gösterilmişti mahkûmiyetine. Marx'ın bir kitabının evinde bulunması, mahkûmiyet gerekçesi sayılanlar vardı. -Kitaplar halen Kızılay'da vitrinlerde satılıyor.- Fakat Adnan Keserbiçer'in o da yok muydu ne? Avukatımdan biri sordu:

Peki bunun suçu ne ola ki?

-Soyadı herhalde, Yetişmez mi?

Yargıtay dairesi, Adnan Keserbiçer'in 6 yıl, 8 aylık mahkûmiyet kararını bozdu. Beraat kararı verdi. Fakat, beraat kararına dek Adnan Keserbiçer, tutukevi ile cezaevinde tam 17,5 ay yattı.

Yirmi yıldır mesleği vardı. Motor tamircisi idi. Altın bileziği de vardı bileklerinde, yer yer takılan tel kelepçeden ayrı.

Duruşma yargıcı da, Yargıtay kararına uyup beraatı onaylarken Adnan Keserbiçer'e öğüt de verdi:

-Duruşmalar sırasında, fikrinizden caydığınızı gösteren bir ifadede bulunmadınız. Bak, çocuk da değilsin. Yaşlısın -iki büyümüş çocuğu da vardı Adnan Keserbiçer'in- elinde altın bileziğin de var. Bundan sonra işine gücüne bak, bu kafayı değiştir.

Yargıcın "bu kafayı değiştir" dediği, "boş ver sosyalizme filân" anlamına mıydı?

Oto tamircisi, motorcu Adnan Keserbiçer, -TİP'liler içinde tek beraat edendi- cezaevinden çıkınca, ne yapacağını düşündü. Bir iş bulup çalışmalıydı. İşinin ustasıydı. Başvurdu. Seydişehir'deki alüminyum tesislerine girdi. Burada 42 gün çalıştı. İşine devam edip giderken, bir gün üstünde "gizli" kaydı olan bir mektup aldı. Mektup Etibank Alüminyum Tesisleri Grup Başkanlığından geliyordu:

"Tecrübe devresinde başarılı olamadığınızdan hizmet aktiniz 16.11.1973 tarihi itibariyle feshedilecektir. Bu tarihten itibaren işbaşı yapmamanızı rica ederiz."

Adnan Keserbiçer Ankara'ya geldi. Enerji Bakanı ile ve Etibank Genel Müdürü ile görüştü. Nedense olmuyordu işi. Kimsenin elinde bir şey yok muydu? Ya cebindeki beraat kararı ne oluyordu?

Hatay'dan bir anne, Ankara'ya gelip dönmüş ve Hatay'dan şu mektubu göndermiş:

Ankara’ya her görüşe gelişte size uğramak istiyorum. Ama görüşten sonra herşey değişiyor. Daha dün kapıdan girer girmez, bizden önce görüşten çıkan anneler, babalar hepsi perişandı. "Çocukları dövmüşler, başları, bacakları, karınları yara bere içinde" dediler.

Bu ne bitmez, tükenmez dayakmış? Ben çocuğumu gördüm, yüzü, başı yara içinde ve şişti. Bu çocukları bu hale getirmeye ne hakları var? Suçları neyse, kanun ne ceza veriyorsa verir. Devamlı küfür ve hakaret etmeye, dayak atmaya kimsenin hakkı yok. Uyku uyuyamaz hale geldik, yarın ne olacak diye.

Sayın görevlilerden çocuklarımızın can güvenliğinin sağlanmasını bekliyoruz. Saygılar.

Sabahat ANT

30 Kasım 1973