Kin Duvarları...

Geçen hafta, Niğde Cezaevi'nde siyasal hükümlülerle yakınlarının konuşmaları bir mesele oldu. Sabahtan saat 15'e kadar ilgililer, güçlük üstüne güçlük çıkardılar. Saat 15'e kadar -sanki- buzlu cam arkasından konuşturdular. Ankara'da eski TİP Senatörü Fatma Hikmet İşmen, Ada­let Bakanı Şevket Kazan'ı aradı. Aftan önce adi suçlular, yakınları ile yanyana oturup konuşurlardı. Bu, Hayri Mumcuoğlu zamanında, siya­sal hükümlüler için Kurban Bayramı'nda da uygulanmıştı sanıyorum, Niğde'ye gidenler, hükümlülerle birlikte yanyana koğuşların önüne volta attılar, çocuklar babalarını kucakladı. Konuşmalar, şakalar oldu. İçerde­ki insana yalnızlığını unutturan insanca bir tutumdu bu...

İçerdekiler dışarda olanların, dışarda kalanların durumlarına üzülüyorlardı kuşkusuz. Hele, kendilerini görmeye gelmiş yakınlarının kötü işlemlerle karşılaşmalarını istemezler. Bunu görürlerse üzülürler. Zindan, bir daha zindan olur o zaman...

Saat 15'ten sonra durum biraz düzelir gibi oldu. Buzlu cam yerine kalın demir parmaklıklar arasından görüştürdüler. Yine de bir şeydi, konuştuğunuzun yüzünü görebiliyordunuz. Zayıflamış mı, solgun mu anla­yabiliyordunuz. Adalet Bakanı Şevket Kazan mı telefon etmişti, bilmiyo­rum, fakat insanlık dışı uygulama terkedildi birkaç saat sonra yine de.

Niğde'de ziyaret Pazartesi günüdür, neden? Örneğin neden pazar değildir de Pazartesi'dir? orada yatan siyasal hükümlülerin çoğunun eşleri de çalışır. Görüşe gidebilmek için çalıştıkları yerden izin alma zo­rundadırlar. Pazara olsa, belki görüşmecilere de kolaylık olur. Görüş­meden sonra, otobüse atlayıp Ankara'ya, başka kentlere dönebilirler, işlerini aksatmazlar.

Görüşmecilere karşı cezaevleri görevlileri saygılı olma zorundadır­lar. Onlara saygısızlık, içeri -haksız yere- tıktığınız insanları üzer, bir gardiyanın kötü tutumu, taaa Ankara'da Başbakana, Cumhurbaşkanına kadar uzanır, ne sanıyorsunuz?

Dünkü Ankara Notları'nda, çıkarılmak istenmeyen af sonrasının so­runlarını çıtlatmaya çalıştım. Hükümlülerin, doğru dürüst cezaevlerine nakledilebileceklerini anlatmak istedim. Yetkililer, yöneticiler buna ku­lak verecekler mi bilmiyorum. Hadi af, şöyle oldu, böyle oldu çıkmadı,

fakat içerde kalanlar daha insanca yaşantıya ulaştırılabilir, bir çeşit hüc­re yaşantısı sürmekten çıkarılabilir. Niğde Cezaevi'nde havalandırmaya çıkarılanlar, çimento tozlarından başka yüz metrekarelik bir gökyüzü görebilirler. Ne bir ağaç, ne bir karış toprak. İnsan, nerede olursa olsun ayağı toprağa basmalı, doğayı, güneşi görmelidir. Onların hiç biri, örne­ğin ağacı görmeme, yeşilliği görmeme cezasına çarptırılmadılar. Ama, uygulama bu...

Niğde'de Prof. Sadun Aren kalp hastası da oldu...

Dün de önerdim, sanırım kendi istekleri de o yolda. Gerçekten öz­gürlüğe kavuşana dek, bir yarı-açık cezaevine -örneğin İmroz'a, Fo­ça'ya- nakledilebilirler. Toprağa basar ayakları havalandırmaya çıktıkla­rında, güneşi, meyvelere durmuş ağaçları görürler...

Askerî Tutukevi'nde yatan Atillâ Sarp verem mi olmuştur. Oğuzhan Müftüoğlu siroza mı yakalanmıştır, ne derecede doğrudur duyduklarım bilmem daha. Ertuğrul Kürkçü, güneş görmemekten gözleri görmez ol­muş. Kim ilgilenir bunlarla? Selimiye'de neler olmaktadır? Ankara da devlet ve hükümet yönetenlerin, özgürlüğüne kavuşmuş olan Yılmaz Güney'le konuşmalarını ve doğru haberi ondan almalarını dilerim...

Ankara'da Askerî Tutukevi'nde yatan sanıkların yakınları basın top­lantısı düzenlediler. Sanıklara, yüzlerce gence tutukevinde yapılan in­sanlık dışı işlemleri anlattılar. Bekleyeceğim şimdi, ilgililerin bu işlemleri önlemek için neler yaptıklarını seyredeceğim. Af Yasası'nın beşinci maddesi kaldığı günün ertesinde, bir doktor yüzbaşı, rastladığını kucak­layarak bayram etmiş, Milli Savunma Bakanı'nın, Genelkurmay Başkanı’nın gerçekte bütün yöneticilere bulaştırdığı bu siyasal tutumu karşı­sında, ne yapacaklarını seyredeceğim. Kendilerine bir emanetken, tutuklulara "düşman" işlemi yapan, tutukevi yöneticilerinin yerlerinde ka­lıp kalmayacaklarına bakacağım...

Affı çıkarmamak, gerçekte McCarthy'cilerin başarısı oldu. Bayar’ın elini öperek durumunu kurtaracağını sanan Süleyman Bey, gerçekte onların oyuncağı olmaktan kurtulamadı. Tümü, güdük affın altında kal­mışlardır. kinlerinin altında kalmışlardır bunu bilesiniz. Anladım ki, kü­çük politikacının ördüğü kin duvarı yıkılmadan, yurtta gerçek özgürlüğü, gerçek başarı kurma olanağı yok...

Alıklar, bir şeyi unutuyorlar: Halkın, işçinin ve köylünün gitgide bi­linçlendiğini. Hanyayı, Konya'yı git gide anladığını...

Anadolu'nun her kesiminden haberler geliyor. Her konuyu konuşup tartışıyor işçi ve köylü. Karaoğlan'da gözleri. Çekileceği söylentileri...

- Niye çekilecekmiş? Kim düşürecekmiş Karaoğlan'ı? Oylarımızla getirdik biz onu oraya.

Deliye dönüyor, kapıcı Ziya...

Can Yücel, "Sevgi Duvarı" kitabını yollamış içerden. Kitabın iç kapa­ğına da kitabında yer almayan yeni bir şiirini yazmış:

- Mustafa Ekmekçi'ye, bu işten anlar diye-

"Meydancılar!, Ekmek geldi!

Acele kapı altına gelin meydancılar!"

Hoparlörden yayılan o dâvûdî ses,

Ses değil, canım... Buram buram kokuşuydu

Nar gibi kızarmış, sıcacık ekmeğin...

Açıkmış parmaklar arasında bölünürkenki kokusu

özgürlük ekmeğinin...

(26 Mayıs 1974)