Asıl Sorun Ne?..

MİT yöneticileri veya ilgilileri telefon edesiymiş, "sağcı" basın sorumlularına:

-Siz de sol basında çıkan iddialara cevap verin, Mahir Kaynak'ı, bizleri savunun... diye.

Doğru mudur bu gelenler? Ne derecede? Benim aklıma yatıyor aslında. "Sağ" basın diye ortada dolaşanlarda çıkan haberlere, yazılara bakıyorum da, "Yaparlar mı yaparlar" diyorum.

Sonra sol basın", "sağ basın" ne? Önce ortada basın, masın var mı bakalım? Onurla, dosdoğru gazetecilik yapamayanların -çok değil kısa süre sonra- ne diyeceklerini çok merak ediyorum. Olaylar olacak, görmezden gelecek, ikide bir "bu bize, şu bize gitmez" havasıyle yazı yazıp çizecek.

-Fırsat elimdeyken ben onların anasını ağlatayım da...

Bu kafada adam, gazetecilik mesleğinin sadece yüz karası olur, parası pulu, hanı hamamı, nesi olursa olsun...

Bir dönem geçiriyoruz. İyi, güzel günler şimdiden sonra olsun, karanlıklarda boğulup kalmasın diyoruz. Binbir yerden estek-köstek.

Fevzioğlu'nu seyrettim parlamentoda, sırasında otururken. Yanında- kiyle değil, arkasında oturanlarla arkasını dönmüş konuşuyordu. Ne diyordu kimbilir? Belki de, "Nasıl da açığa düşürdük muhalefeti?" diyordur. Seçim sonrasında ne getireceğini bile bile... Ellerinden gelse, Ece- vit in dokunulmazlığını hemen kaldırıp seçime öyle gidecekler. Dokunulmazlığı kaldıracaklar ki, "Bak işte, sizin umut bağladığınız adam avuçlarımızın içinde" diyebilsinler. Güce kanar bizim halkımız. Gözleriyle de gördü mü, "Sahi yav, bunların yapmayacağı yok ellaham..." der. Öyle midir, gerçekten kandırabilirler mi? "CHP bir oy patlamasına yol açabilir" haberi nasıl yankı yapmış aklınız durur. Bizim halkımız, ezile ezile sabrı da öğrenmiştir. Bakalım...

Asıl sorun, sağ basının sol basına karşılık vermesi midir? Yoksa devlet parası ile beslenenlerin, ferah yaşıyanların artık -yaptıkları yanlış ise- bunu kavrayarak bundan dönmeleri mi? Türkiye'de de insan haklarının geçerli olduğunun kabul edilmesi ve bir yerde geçmişin ve yanlışların terkedilerek -gerçekten- yaraların sarılması mı? Kim saracak bu yaraları? Fahri Korutürk'e bir dikkati çekelim dedik, görürsünüz yakında ona da yapılan hücumları. Başladı bile.

Demokrasiye içlerinde bir parçacık inanç kalmış olanlar, feda etmek istemezler bu inançlarını. Başka, her çeşit fedakârlığı yaparlar. Gerekirse katlanırlar işkenceler, kıyımlara da. Ses etmezler, halkın içinde yaşadığı ortamı düşünüp, Eeee, bu böyle iken, neden asıl sorunun üstüne eğilmek istemez kimse? Ne geçer ellerine bunların, ne geçecek?

Bir doğulu vatandaşın taaa Rize'den yolladığı mektuba dikkati çekmek istiyorum. Şöyle yazıyor Beşir Babür:

Cumhuriyetimizin ellinci yılını kutlama törenleri her tarafta süratle hazırlanmakta. Her tarafta 50. yıl için parlak nutuklar hazırlanmadadır. Ama bu nutukların arkasındaki acı gerçekleri görmemezlikten geliyorlar sayın ilgililerimiz.

Biz doğulu vatandaşlar senenin altı ayı gurbette ekmek peşinde koşmaktayız. Bu altı ay boyunca kazandığımız üç beş kuruşla ana, baba, eş ve çocuklarımızın yaşamlarını sürdürüyoruz. Ama çalıştığımız çay fabrikalarında erken çıkışımız verilince daha çok perişanlık çekiyoruz. Kaldığımız yerler perişan, berbat, her türlü hayat şartlarından yoksun bir şekilde ailemizi sene boyunca geçindirebilecek parayı kazanmak için çalışıyoruz.

Ben, Mardin'in İdil Kazası Hedil köyündenim. Seneler boyunca yazın gurbete çıkıp diğer arkadaşlarımla ailemizi geçindirecek parayı kazanmak için çalışıyoruz. Köylerimizden gelen mektuplar perişanlıklarımıza binbir perişanlık katıyor. Bizi ıstırap içinde bırakıyor. Köylerimiz susuzluktan kırılıyor. Ailelerimiz bulanık derelere, göl kenarlarına göç edip yazı geçirmeye çalışıyorlar. Hükümet ilgililerini uyarmanızı istiyoruz. Köylere elektrikten önce getirilecek işleri yapsınlar. Köylerimize su getirsinler. Su istiyoruz. Her yaz vakti köyümüzü bırakmaktan bıktık.

... Hükümet ilgililerine sesimizi duyurun, susuz, yolsuz, okulsuz bir 50. yıla giriyoruz. Çocuklarımız, bizler kitap nedir, kalem nedir bilmiyoruz. 50. yılı mesut bir şekilde kutlamak bizim de hakkımız değil mi?

Dertlerimizi siz bizden de iyi bilirsiniz. Daha ne kadar ilkçağ hayatı yaşayacağız? Daha ne kadar bu sefaleti sürdüreceğiz? Ne olacağız? Bu topraklar üstünde bize yaşama hakkı yok mu? Biz insan değil miyiz? Bize ne zaman insanca yaşama hakkı verilecek? Her gittiğimiz yerde hor görülüyoruz. Nurlu ufuklardan, mamur, müreffeh Türkiye edebiyatı yapanlara seslenin. 50 senede ne oldu? Kaç elli sene daha bu perişanlık içinde kalacağız?... Bizleri mahvolmuşluktan kurtarın. Sağlıcakla kalın...

16 Haziran 1973