Nâzım Hikmet

Nâzım Hikmet, bir Anadolu köyünde, bir ağaç altında olmasını ister­miş mezarının. Bu gün Nâzım Hikmet'in ölümünün üstünden on bir yıl geçti. Türkiye'de Nâzım Hikmetin adına bir anıt dikilmesini, kemiklerinin yurt dışından getirilerek, bir Anadolu köyünde bir ağacın altına gömül­mesini istiyemiyor daha kimse...

Fikret Mualla'nın kemikleri bu gün bir uçakla Türkiye'ye getiriliyor, devletin, hükümetin en önde gelenleri bunun için çaba gösteriyorlar, ama söz Nâzım'dan açılsa benzeri heyecanı, ivecenliği gösterirler mi?

Nâzım Hikmet, öncelikle Türk ozanlarının içlerine girmiş, işlemiştir onları bir kanaviçe gibi. Serbest nazımla şiir yazma onunla başladı, bu­nu kimsecikler yadsımaz. Fakat korkarlar Nâzım'ın adını anmaya...

Evlerden toplanır Nâzım Hikmet'in kitapları. Ondan söz edenler, gözaltına alınırlar, tutuklanırlar. Ne zaman bunlar olmuşsa, bilin ki, Tür­kiye'de faşizm fırtınaları esmededir. Eşin, dostun merhabayı kestiği sı­radır. Ya onun kitaplarını, şiirlerini yayınlayanlar? Nezihe Meriç'in hap­se girip çıktığı günleri düşünürüm 1969 yılında.

Okumadığımız şiiri yok gibidir. Şiirlerinin yasaklandığı Türkiye'ye adım atamaksızın, şiirlerini hep ana diliyle yazdı. Son şiirlerinden bazı­ları Rusçadır. Rusçayı da iyi bilirmiş. Fakat, Türkçe şiirlerini okuduğun­da yabancı ülkelerde, çılgınca alkışlanırmış Nâzım...

Türkiye'de düşünce özgürlüğünün her aşamasında düşünülecek ki­şi Nâzım Hikmet. Düşündüğü, düşüncelerini şiirlerine döktüğü için zin­danlarda çürüdü yıllarca.

Zaman zaman "Ankara Notları”nda andım Nâzım Hikmet'i. Ondan dizeler yazdım. Onu hiç görmedim. 1964 yılında gazeteci arkadaşım Örsan Öymen'le Almanya'da Doğu Berlin'e gittiğimizde, bir gazeteye uğramıştık. Gazetenin yetkilisi şöyle demişti:

- Geçen yıl (1963'te) buraya Nâzım Hikmet geldi. Karşıya haber gönderdi, Türk gazeteci varsa görüşelim, dedi. Kimse gelmedi...

Öleli bir yıl olmuştu...

Orhan Veli "Kızılcık"lı şiirini onun için yazmış. Türkiye'de, kendi yur­dunda çemberler içine alındığı sıra bir de o yaşında askere çağrılınca kaçmayı planlamış. Yakın geçmişte, solcuların devrimcilerin çektiklerini, canlarından olduklarını görmedik mi? Sabahattin Âli'nin yazısı aydınlığa mı çıktı?

Biliyorum, faşist kafalılar neler yazıp söyleyecekler şimdi. Alıklar, kof kafalılar milliyetçilik taslıyacaklar bize. "Vaaaay, bakın Ekmekçi ne­ler yazıyor..." diyecekler. Sanki, Türkiye'de yutacaklar dediklerini...

Mustafa Kemal’i uyutmuşlardır faşist kafalı çıkarcılar. Ona, hasta ya­tağında Nâzım'ı kötü tanıtmanın yollarını arayıp durmuşlardır. Falih Rıfkı Atay'dan okuduğuma göre, çok içerlermiş Mustafa Kemal bu duruma, Nâzım için "Uğraşıyorlar bu çocukla" demiş. Başta Mareşal Fevzi Çak­mak uğraşmış. Kırmızı kalemle yazdığı bir kâğıt göndererek, Nâzım'ın cezalandırılmasını buyurmuş yüksek yargıçlara. O zamanki Askerî Yar­gıtay üyeleri çoğunlukla uymamışlar bu buyruğa. Ankara Notları'nda yazdım daha önce. Osman Zeki Eyüboğlu, emekliliği göze alıp imzala­mamış mahkeme kararını.

Baskılar altında karar vermek, yargı örgütünü zedeler önce. Adalete saygısızlıktır bu. İnsanların eninde, sonunda varacakları bir organ yargı organı. Orada, güven kalmadı mı, kolu kanadı kırılır insanların. Toplum­lar karışıklığa itelenir, sürüklenir. Bunun, yani toplumların karışıklığa, anarşiye sürüklenmelerinin başsorumluları görevlerini, görevlerinin ge­reğini yapmayan adalet mensuplarıdır. Bu, sivilde de askerîde de böyledir. Hele kin duyanlar, kendi kişisel düşünce ve faşizmlerini adaleti alet ederek uygulayanlar, Türk toplumuna en büyük kötülüğü edenler­dir, bunu bilesiniz...

Nâzım, büyük haksızlığa uğramıştı. Adaletten umudunu kestikten sonra, Atatürk'e başvurma zorunu duydu. Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. Nâzım Hikmet'in Mustafa Kemal'e yazdığı mektup ilk kez Yön Dergisi'nin 3 Şubat 1967 günlü 201 'inci sayısında yayınlandı Türki­ye'de. Yön Dergisi'nin mektubu yayınlarken eklediği nota göre: Bu mek­tup hastalığı ağırlaşan Atatürk'e sunulamamış, Halûk Şehsuvaroğlu'nun dine geçmiş, "Yücel" arşivinde saklanmak üzere Muhtar Enata'ya veril­miştir. Yön'den başka, mektubun metni, Kemal Sülker'in "Nâzım Hik­met Dosyası" kitabında da yayınlanmıştır.

Nâzım'ın ölüm yıldönümünde, Mustafa Kemal'e yazdığı bu mektubu, yeniden yayınlamak ve okurların bilgisine sunmak istedim. Şöyle diyor Nâzım Hikmet:

Cumhurreisi Atatürk'ün yüksek katına,

Türk Ordusunu "isyana teşvik" ettiğim iddiasıyla on beş yıl hapis ce­zası giydim. Şimdi de, Türk donanmasını "isyana teşvik etmekle" töhmetlendiriliyorum.

Türk İnkılâbına ve senin adına and içerim ki suçsuzum.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamlesini anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Yurdumun ve inkılâpçı senin karşında alnım açıktır.

Yüksek askerî makamlar, devlet ve adalet, küçük, bürokrat gizli re­jim düşmanlarınca aldatılıyorlar.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılâp ve yurt haini değilim ki, bunu bir an olsun düşünebileyim.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sır­tıma yükletilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirdim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felâketi ile alâkalandır­mak istemezdim.

Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurul­mak istenen bu "inkılâp askerini isyana teşvik" damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır.

Başvurabileceğim büyük inkılâpçı baş sensin.

Kemalizmden ve senden adalet istiyorum.

Türk inkılâbına ve senin başına ant içerim ki suçsuzum.

Nazım Hikmet Ran

(3 Haziran 1974)