Eylem'i hayvanat bahçesine götürdüm; o hayvancıkları görsün, tanısın diye. Kendim hayvanat bahçesi diye bir şeyi yirmi yaşından sonra görmüştüm. O, ikisini bitirmeden gördü.
-Bak Eylem, bu ayıcık...
-Ayı bana kızdı.
-Neden?
-Kendisine baktım, diye.
-Yok canım, niye kızsın ayıcık, öyle durur hep o...
-Kocaman ayıcık...
Eylem, galiba aslanları sevmedi pek...
-Aptal aslan, dedi... "Öküz aslan."
Allah, Allah, ne yapmalı? Aslana da öküz dedikten sonra çekiver kuyruğunu.
En çok köpeklerle, papağanlardan korktu galiba. Çok bağırıyorlardı da ondan. Papağanların çığlıkları, çocuğu gelip geleceğine pişman etti. Fazla durmadık zaten orada.
-Bak Eylem, bunlar da kuş...
Eylem'in gözü, ağaçlardan yere konan bildiğimiz yerli serçelerde, her gün pencereden onları görüyor ya...
-Bak baba, kuşlar.
Anadolu'da "devenin yerden alıp gökte yediği gibi..." derler. Zürafa, yerden alıp gökte yemiyor hayvanat bahçesinde. Havaya asmışlar, yiyeceğini, otunu, orada yiyor.
-Kabuk yiyor, ben de yiyorum, diyor Eylem... O da arasıra evde, çöp sepetine dalıyor ya. Zor yakalıyor annesi kolundan...
Maymunlara çok şaştı. Hiç bir şey söylemedi, öyle seyretti onları.
-Bak baba, salıncakta sallanıyor, ben de sallanıyorum.
Hayvanat bahçesi, bu yıl zarar etmiş diyorlar. Hayvanat bahçesi kâr etmese de olur, orası üretici bir yer değil ki. Ne yapsın yani aslancıklar, ayıcıklar, öküzcükler... Onlar da mı özel sektörde olsunlar, zarar edecek elbet. Meraklısı çok olursa, bizler gibi gezen tozan, artar geliri, o da zarar etmez. Biz asıl insanların üretimine bakalım hayvancıklardan önce; o zaman toparlanırız. Epeyce dolaştık Eylem'le bahçede. Eskiden
Midilli atların çektiği arabalar vardı, biner dolaşırdınız. İstasyona ya da dolmuşa kadar yürümezdiniz hem. Onlar da kalkmış mı ne? Demek bir isteksizlik var insanlarımızda. Bir bıkkınlık var arabacılarda da. Geçindirmiyor demek öyle işler artık.
Zaman zaman, politikacılar da gelir Atatürk Orman Çiftliği'ne... Süleyman Bey gelir, Bülent Bey gelir, ya kulis yapmak, ya da yeni şeyler düşünmek, kafalarını kent sokaklarının dağdağasından kurtarmak için. Ecevit son zamanlarda sık sık geldi çiftliğe. Onun çiftlikte olduğunu öğrenen bir gazeteci, fotoğrafçısını da alıp koşmuş arkasından, yakalamış da. Fakat karşı karşıya gelince ne diyeceklerini şaşırmışlar mı? Ecevit atik davranmış söylentiye göre:
-Çekin resmimi, demiş, resmin altına da "Ecevit çiftlikle devrimcilik yaparken..." diye yazarsınız. Resmi çekip dönmüşler arkadaşlar ya, yayınlamadılar galiba, ben görmedim...
Gazi Orman Çiftliği'nin eski hali yok, Atatürk zamanındaki hali hiç yok elbet. Dediğim gibi yine gelenler var, kulis de yapıyorlardır ne güzel, gözlerden uzak uzak...
-Yahu, burada da mı gazeteciler? İllâllah artık...
-Beyefendi, biz de geziyoruz, bak. Eylem de var.
-Cumhurbaşkanı kim olacak? Tağmaç olsun diyormuş AP'liler...
-Ama, Gürler'e hayır dediler. Tağmaç olur mu ya...
-Biri soyunup geldi, öbürü emekli oldu, fark var diyorlarmış...
-İnönü'ye ne dersin?
-Allah geçinden versin ya, o da Cumhurbaşkanı olarak ölürse, en az 100 devlet başkanı Türkiye'ye gelir deniyor. Mesele turistik yani. Orduyu da, kışlasına o sokar, öyle ya.
-Yok canım, İsmet Paşa gelirse Toker demektir Başkan, Satır demektir Başkan.
-Amma, Demirel'i Türkiye'de Başbakan yapabilecek tek adam da İsmet Paşa'dır.
-Tek deme, ikinci adam de... İsmet Paşa gelirse, asıl Ecevit'i de, CHP'yi de gitti say. İşte o zaman, hiç mi hiç oy vermezler gör bak…
3 Nisan 1973