Önceki gün iki "anne" geldi. Ziyaret günüydü önceki gün. Büroya değil, mahkûmları ziyaret edip gören iki anne, "size de uğramadan edemedik. Bir hatırınızı soralım diye uğradık" dediler. Çay yaptım elimle onlara, ağırlamaya çalıştım. Kimlerin anneleridir bilmem bile. Adlarını çoktan unuttum çocuklarının. Amma, ana olmayı, baba olmayı onun duygularını iyi anlamaya çalışırım.
İstanbul'da karşıya geçmeleri bir mesele olanlar, Ankara'ları yol etmişlerdir aylardır.
Kızım on bir aydır içerde. Şimdi, uzun upuzun basmalar giymişler bu yaz gününde. İki dil bilir kızım. Memleketin ona, onlara ihtiyacı yok sanki. Kimse anlamak istemiyor bizleri...
-Yeni kimseler de mi alınmış ne? Hamam denen yer de doldurulunca, hama nasıl yapabilirler?
Bir süreden beri, ziyaretlerde görüşmeler kolaylaşmıştı duyduğumuz. Bir görüşmeci, tellerin arkasında konuştuğu yakınının yanıbaşında bir sürahi ile su bardığı görmüştü.
-Konuşurken, dudakları kuruyunca su içsin diye zahir...
Tutukevlerinde, olup bitenler ailelerce bir bir Cumhurbaşkanı Korutürk'e anlatılmış mıydı? Bir sorun Cumhurbaşkanı'na yansıtılınca, düzelmemek olmaz. Düzelmiş ya da düzelme yolundaydı demek. Gelip geçenler unutulmalıdır, diyoruz ya bu başka yöneticilerin tutumlarına bağlıdır. Ondan demiyor muyuz, başsorumlu, "solu sağa kırdırma" politikasının sorumlusu Süleyman Bey, diye..
Cumhurbaşkanı Korutürk'e sadece dilekçe verilmekle kalınmadı sanırım.
-Siz devletin başısınız. Yönettiğiniz ülkede, insanlığa aykırı işlemler yapılmasını elbette istemezsiniz. Uygar bir ülkede başkan olmanın mutluluğunu duymak istersiniz.
"Tamam" dedi Devlet Başkanı, ilgilenecekti anlatılarla. Daha önce de yazdığımız gibi, önce Başbakanı'nı gönderdi İstanbullara, arkadan kendisi gitti. İşte, Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türünle de konuştu. Ne konuştu, ne bilelim.
Bir Ankara Notları'nda "Sayın Korutürk lütfen el koyun" diye yazmıştım. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Danışmanı eski Yargıtay Başsavcısı Amiral Fahri Çöker sordu:
-Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasaya göre sorumsuz sayılır. Nasıl el koyar, sorumsuz bir Cumhurbaşkanı?
-Sorumsuz... ama, yetkili. Açar telefonu Başbakan'a: Böyle, böyle... Şu, şu şikâyetleri kovuşturun, araştırın ve bana da sonucunu bildirin... der, öyle değil mi sayın Amiralim?
İngiliz İşçi Partisi lideri Wilson'un danışmanı Jane Couzens, Türkiye ye gelip araştırma yapmış, İngiltere'de BBC'de yayınlandı onunla yapılan bir konuşma. Amma, danışmanın kitabını hiç bir yayınevi basmak istemedi. Basılmalı, hattâ Türkiye'de de yayınlanabilmeli. Görelim bakalım, iddialar neymiş? Kimler kimlere nerede, neler yapmış? Basın özgürlüğü yöneticilerin verdikleri bir sadaka değil, Anayasanın tanıdığı bir haktır Türkiye'de. Gazeteci meslekdaşlarıma söylüyorum, gün gelir insan içine çıkamazsınız sizler de, güç dönemlerde gazetecilik görevlerini yapmazsanız. Her mesleğin güçlükleri, riskleri vardır. Bunlara katla- namayanlar gider, başka işler tutarlar. Çok kez kendi kendime dediğim gibi, "gidip limon satarak yaşamını sürdürmek daha onurlu iştir..."
★
Her dönemde, yetkililer uyarılmağa çalışılmıştı. Bakanlıklar yapmış, ülkede söz sahibi olmuş çok kişi, eski Cumhurbaşkanı Sunay'a da gitmişler ve anlatmışlardı:
-Paşam, böyle böyle böyle...
-Yok canım, amma bunlar anarşist...
-Olabilir Paşam. Kanunlar onları mahkûm eder. Ancak, şu şu yapılan işlemler var. Bunlar doğru değil. Örneğin, sizin oğlunuza yapılsa ne dersiniz?
-Benim oğlum öyle şey yapmaz...
-Paşam, tamam yapmaz. Farzedin yaptı, o da karıştı, şöyle veya böyle olaylara. Ona nasıl davranılmasını istersiniz?
-Benim oğlum yapmaz öyle şeyi...
Böyle sürer, gider bu. Amma, gerçekten böyle sürer gider mi? Böyle gelmiş, böyle gider mi?
20 Temmuz 1973