Karşıda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sancar, onun iki adım berisinde, CHP Genel Başkanı Ecevit, daha biraz beride sizin anlıyacağınız, "sütre gerisinde" biz gazeteciler. Ecevit, bu kadar yakında boşuna mı duruyor? Tamam tahmin ettiğim gibi, "çevirme" başarı ile sonuçlandı. Ecevit, Sancar'la el sıkışıyor. Sütre gerisinden, gözlerimi o tarafa dikiyorum iyicene. Konuşuyorlar, ama ne?
Amerikan Büyükelçisinin, saray gibi evinde verdiği "veda kokteyli"ndeyiz. Bir küçük kasabaya sığacak kadar adam var burada. Bin kişi varmış, öyle dediler.
Ecevit fazla kalmadı Sancar'ın yanında. Bakalım, Sancar -pek tanımam, o da beni tanımaz- Korgeneral Mithat Ceylanla konuşuyor, aman... Ben bir dalış yaptım. Açıkçası, "süngü hücumu", yani kalem. Amma, onu da gizledik iyi mi? Sancar sivil, Mithat Paşa sivil. Sivil elbisenin yakıştığından söz ediyoruz. Bana yakışmaz pek, bir arkadaşım,
-Sen giyinmiyorsun ki, örtünüyorsun... demişti. Öyle. Sancar, mahcup etmedi:
-Biz de örtünüyoruz, dedi...
-Estağfurullah...
Gelen, bizim tarafa akın ediyor. Elimizde viski kadehleri, uzaklaştık amma fazla değil. Dur bakalım, ne olur ne olmaz; belki Faruk Gürler de gelir, bekliyelim...
Tekin Arıburun geldi. Arkasından AP'li Mehmet Ünaldı... Daha daha uzaklaştım.
-Şimdi Kasım Gülek de gelir... demeye kalmadı.
Askerler sivildiler. -Çağrıda şöyle yazıyordu- ya, kokteyldeki harekât tam tamına askerceydi. Ecevit'in "çevirme" harekâtından İnönü'nün alt kata gizlenmesine kadar...
Bir AP'liyle DP'li -belki fazla kaçırmaktan viskiyi- konuşuyorlar:
-Ben sana söyliyeyim azizim, büyük oyun bu. Benim aklım ermiyor.
-Tabiî Ferruh Bey bunu taaa ne zaman söyledi...
-Bizim Süleyman Bey ne kadar alıngan canım? Geçenlerde DP'li Özer Ölçmen'le yolda karşılaştık, biraz yürüyelim dedik. Biz bilmiyoruz, arabasıyle geçen İhsan Sabri Bey bizi görmüş. Arabayla dönüp bir daha kontrol etmiş. Sonra da gidip Süleyman Bey'e söylemiş... "Böyle böyle..." diye. Vallahi bu kadar da olmaz canım?
-Peki, Tekin Arıburun kazanacak mı?
-Zannetmem, Süleyman Bey kazanmasını istemez.
-Sunay açıklama yapacak deniyor. "Ben görevimi yaptım. Biraz da Gürler yapsın" diyecekmiş.
-Söyleniyor amma bilmem...
O köşeden uzaklaşıyoruz. Taaa ilerde büfe hazırlanmış ki korkunç. Kocaman bir "Amerikan danası"nı kesmişler mi bölmüşler mi dörde- beşe. İşte kasaba halkı kadar kalabalık yesin diye. Aklıma Ahmet Yıldız'ın esprisi geliyor:
-Yahu kardeşim, bu yeni Anayasa değişikliği iş değil. Bıçak rafta dana aşağıda. Bıçağı raftan indireceklerine danayı rafa çıkarıyorlar. Bu mu demokratik?
-Amerikan danasının başında bekleyip, isteyene bir parça veren - aşçıbaşı olacak- adamın yayındayım:
-Siz de ister misiniz?
-Hayır, ben seyrediyorum.
Masa, on metreden uzun. Danadan başka pilâv, karides, salata, daha adını sayamıyacağım bir sürü yiyecek. Domuz da olsa gerek...
Her yerde konuşulan konu:
-Ecevit'in yaptığı marifet mi Allahaşkına?
-Ben sana söyliyeyim, kısa vadede bir şey olmaz, Ecevit ya büyüdükçe büyür, ya da harcanır gider.
-Canım efendim, Sunay'ın dediklerini hep bilmiyor muyuz? Yok Erim beceremedi, yok Melen beceremedi, dedi, sonunda Süleyman Beyle Bülent Bey'e yaptırdı istediklerini. Partiler beni istiyor diyen de o değil mi?
Her köşede bir ayrı konuşma. Süleyman Bey'in amacı başka O kendisine muhtıra veren bir adamı Cumhurbaşkanı yaptırmak istemiyor...
-Dana çok nefis azizim, sen de al...
Bu kocaman danayı nasıl pişirmişler böyle. Kuzu çevirir gibi çevirmişlerdir ne bileyim. Amerikalı bunlar, yapar mı yapar.
Sovyet elçisi ile el sıkışıyoruz. Öbür sosyalistler nerede? Bin kişinin içinde nereden bulursun?
İnönü ile önemli bir konuşma yapan, Amerikalı gazeteci Nick Ludington, burada evinde gibi. Amma, Nick, bütün girdiği bahisleri kaybetmiş.
-Göreceksiniz, Gürler kazanacak… demiş, herkes gibi. İsrail elçisine dert yandı Nick. İsrail elçisi teselli etti:
-Hiç tasa etmeyin. Hepimiz yanıldık, sorma…
Ben bu kadar kocaman danayı nasıl çevirdiler diye meraklanıyorum.
19 Mart 1973