Büyük Gözaltı...

Zehir hafiyeler, öğretmenin not defterinin arkasında "3 b'den 40 alındı, 10 kaldı..." şeklinde bir şifre görmüşlerdi. Ne olabilirdi bu? "Hımmmmm 3 b..." dedi biri, "ne bu alınan 40?" ekledi arkasından "alınacak 10 ne?" Ne? Ruble mi? Gel bakalım hocam bu ne?

-Vallahi hatırlayamadım, yazmışım demek?

-Yazmakla olmaz, hatırlamıyorum demekle olmaz. Ne bu alınan 40, alınacak 10 ne? Onu açıkla bakalım...

Bir başkası, "yakalandın, kapana kısıldın" der gibi, sordu:

-Nerede aldın 40'ı? Kalanını nerede teslim edeceklerdi?

-Bilmiyorum... Hatırlasam söylerim...

-İyi düşün canım...

Açıkça, eğleniyorlardı besbelli. Sıkışmış, savunmasız adamın hali ne fecidir. Öğretmen soğuk terler döküyordu. Neydi bu 3 b'den alınan 40? O da kendi kendini suçlamaya başlıyordu neredeyse. Bu olsa olsa kırk belâ olabilirdi. Birden hatırladı. Hay Allah...

-Efendim, spor koluna 3 b'den 40 kişi parasını vermiş, 10 kişi vermemiş, şimdi hatırladım..

Öğretmeni önce soğuk terlerle sıkıştıran müfettişler, odada dolaşarak teselli ettiler:

-Tamam canım, niye telâş ediyorsun, sana birşey diyen yok ki. Biri sordu bu ara:

-Hocam, derste "Toprak Reformu lâzımdır" demişsin, öyle mi?

Mesele demek buralarda geziyordu.

-Evet, dedim.

-Türkiye her bakımdan bağımsız olmalı demişsin?

-Olmamalı mı?

-Vallahi, biz şimdi soru soruyoruz. Buna göre rapor düzenleyeceğiz. Bir şey daha var: Sovyetler Birliği, ekonomisi sosyalizme geçişten sonra gelişme gösterdi demişsin?

-Ben demedim, coğrafya kitabında öyle yazıyor: "sosyalist olduktan sonra ekonomisi gelişti" diyor. Bunu kitabı yazana sorun, bana ne?

Öğretmenlere müfettişlerin yönelttikleri sorular, bunlarla bitmiyor. TÖB-DER Dergisi, bir zaman yaptığı gibi, müfettişlerin öğretmenlere yönelttikleri soruları ve cevapları yayınlarsa ne iyi eder?

TÖB-DER'in olağanüstü kongresi sona erdi, delegeler yerlerine döndüler Ankara havasını alarak. Biraz da zehirlenerek... Dilşat Salonunda iki gün üst üste kurultay çalışmalarına katılma, tartışmalar, akşam olunca olsa olsa "Buhara" tavukçusunda bir tek rakı ile kafa dinlendirerek...

Olağanüstü Kurultay'a Milli Eğitim Bakam'nın gelmesini bekledim ben. Gelseydi, üstüne o kadar ağır konuşmalar yaptığı öğretmenlerinin, öyle öcü gibi korkulacak kişiler olmadığını görecekti. Bakan, binlerce üyeli bir öğretmen topluluğuna bir mesaj bile yollamadı, yazık...

Nasıl da dertli ve problemler içindeydiler? Kendileriyle ilgili değildi çokça söyledikleri, çevreleri ve arkadaşları ile ilgiliydi. Bakanlık müfettişlerinin sordukları soruları, sorguları anlatıyorlardı. İhbarlar üzerine, pek çok öğretmen kovuşturmaya uğramıştı. Kovuşturmaya uğrayan birinin cebinde tek bir "Yeniortam" bulunması yetmişti. Çevrenin baskısı ve gözaltındaydılar.

Güneyde, Güney-Doğu Anadolu'da öğretmen kıyımı, son dereceye varmıştı. Gazetelerde "Öğretmen kıyımı" ile ilgili haberler neredeyse pire pisliği kadar bile yer bulmuyordu. Komandolardan, gericilerden yedikleri dayak yanlarına kalıyor, konular mahkemelere bile yansımıyordu. Ancak, umutsuz değillerdi...

Ankara'da toplanan TÖB-DER Kurultayı'nda ilk yapılan iş, Ata'nın kabrine çelenk koyma işiydi. 10 kişinin gitmesi kararlaştırıldı. Adlar saptandı. 10 kişilik heyet, -arabaları yok tabii- otobüsle, dolmuşla ne bulduysa onunla yola çıktı. Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin heyecanı içindeydiler. Ancak, Anıtkabir'den geri çevrildiler. Ziyaret saatini birkaç dakika geçirmişlerdi. Ata'ya da saygılarını sunamadan, Anıtkabir defterine -başöğretmene- söyleyeceklerini, yazamadan geri döndüler.

Protokolü becerememişlerdi...

Ankara'da iki ya üç gece kaldılar. Sonunda geldikleri Hakkari'ye, Muş'a, kalabalıkların kendilerini beklediği "büyük gözaltı"na döndüler.

8 Şubat 1973