Kıyımevleri İzlenimleri...

Yılmaz Güney’le görüştüm pazar günü, sordum:

-Nasıl, içerde baskı yapıyorlar mı?

-Size göre biz daha rahatız abi, dışarda siz daha büyük baskılar al­tındasınız, izliyoruz..

Şakalaştık..

-Cezaevleri de ilginç değil mi? Şöyle çok değil, birkaç günlüğüne girse insan içeri..

-Cezaevinde yatmak gerek, ama. Sizi öyle üç-beş günlüğüne al­mazlar içeri.     

-Dışarı çıkınca, cezaevi filmleri görecek miyiz?

-Belki bir tanesi öyle olur. Ama, tüm cezaevi filmleri değil.

Dışardakilerin içerdekilerden daha çok eziyet çektiklerini görmek için, cezaevi girişinde yarım saat beklemek yeter. Köylerden, kasabalardan gelenler, dış kapının önünde kocaman kuyruk olmuşlar. Gelenle­rin tümü yoksul, maraba... Kimlikleri denetleyip "Geç" diyen gardiyan nasıl da, oralı değil. Yani sanki kendisi köyden çıkmamış, sanki hiç ço­banlık ne yapmamış.

Toplayıp kaçırmamış tarlalardan. Yoksul görmemiş sanki hiç.

Yılmaz Güney'le on dakikacık görüşebildim:

-Oyunu kullanamamasın, öbür hükümlüler kullanabildi mi?

-Binden fazla kişiden yirmi-otuz kişi oy kullandı. Seçmen kütüğüne yazmadılar, o kadar hükümlüyü...

-Oyunu kullansan nereye oy verirdin?

-Ecevit'e vermek gerekti, oyları. Dışarda Ecevit'e değil de TBP'ye oy verenler yanlış yapmışlardır. CHP dışardaki sol içinde, Ecevit'in ikti­dar olması, "Umut" olup olmadığının görülmesi gerek.

Çok canlı idi Yılmaz Güney. Işıl ışıldı gözleri sağlıklı.

-Siz içeri girmeyin, dedi Yılmaz Güney. Girmemeniz gerek...

Eşi Fatoş dışarda bekliyordu, görüşmek için.

Dışarda, yoksullar kuyruğu uzamış da uzamıştı. Görüşmeciler kuy­ruğu...

Dışarı çıkınca kendimi pikniğe attım, bir soğuk bira içmek için. Bir suç işliyormuş gibi yudumladım. Uzaktan selâmlaştığımız bir yüz ya­nımdan geçerken güldü:

-Bira içiyorsun ha, iç bakalım. Bize bundan sonra bira içmek dü­şer...

Anladım, dilinin altındakini. O saklamadı ekledi:

-Beni bilmelisiniz, AP'liyim ben...

Seçim sonuçlarında bira içebilecek kadar sevinebilirdim ona göre demek...

Akşam TV'de Süleyman Bey'i seyrettim. Çevresindekileri gençler dünyada tanımamışlardır. Bir yandan eski DP'li bakanlardan Sebati Ataman -şimdiki Zonguldak Milletvekili- bir yanda Mitat Dulge vardı. Bir ara Mutlu Menderes'in yüzü tüm TV aynasını kapladı. Süleyman bey kasılıyor, çağırıyordu:

Bu kadar gövde gösterisi gereğini neden duydu Süleyman Bey? Bana öyle geliyor ki, seçim sonuçları yandaşlarının ileri sürdükleri ka­dar iç açıcı değildi Süleyman Bey için, böyle çağırılar, gövde gösterilen ile bazı gerçekleri gözlerden uzak tutmak, unutturmak, istemekte Sü­leyman Bey...

Meclis Başkanlığı için hazırlık yaptığı düşünülebilir. Meclis Başkanlı­ğı konusunda ondört yıldır süren "centilmenlik anlaşması"nı bir yana da bırakabilir. Kemal Ziya Öztürk'ü getirmek isteyebilir başkanlığa^ Ama asıl çıngar çok kimseye göre, Senato'da çıkacak bu dönemde. Gözler Senatoda olacak. Senato'da güçler, eşit duruma geldi artık. Şimdiye değin meclislerde gördüğümüz kavgaları, bundan böyle Senatoda mı göreceğiz?

Meclislerde yalanla gerçeğin kavgasını mı seyredeceğiz?

Uluslararası toplantılara gidenlere, dikkat etmelidir onları gönderen­ler. Örneğin prostatlıları göndermemelidir. Böyle hastalar sık sık dışarı çıkmak zorunluğundadırlar. Yetişemezlerse, uluslararası skandallara yol açabilecek durumlara düşerler.

- Aaaa, bu suyu kim döktü buraya?..

Şimdi, Senato Başkanlığı seçimi de var. Senato Başkanlığına gele­cek kişinin uzun süre fragı, özel giysileri içinde saatler boyu oturması gerek. Ama oraya gelecek olanlar prostatlı ne olmasın da...

Önümüzdeki dönem, yalanla gerçeğin savaşı olacak bir bakıma, dedim. Türkiye'de bundan böyle gerçekler olacaktır, savaşın sonunda! Kimse kandırmacalarla kimseyi uyutamayacak. Bilesiniz.

Dünya ırkçılığa ve masonluğa karşı savaş açtı. Bunları faşizmin bir simgesi diye gördüğünden kuşkusuz. Faşizmin başlıca silâhı da "Ko­münistler Moskova'ya" sloganı...

Kitleler uyanık kaldıkça, tutmayacak bu sloganlar. Tutmadığını se­çimlerde, seçim sonunda görmedik mi?

Türkiye, cephe iktidarı dönemindeki kadar hiç bir dönemde böylesi- ne talan edilmedi. Yerine göre, bu talanın çoğu “Allah", "Muhammed", Milliyetçilik" diye diye yapıldı. Şu kadarını söylemek gerek: Bütün bun­ların ortaya açık açık çıkabilmesi için, cephenin iktidardan uzaklaştırıl­ması, herşeyin belgelerinin bir bir ortaya dökülmesi gerek.

Bir gün Gima'nın Ulus şubesine bir müfettiş gelmişti. Müdürün oda­sına giren müfettiş, odada yerlerin halıyla döşenmiş olduğunu gördü:

-Burası nedir?

-Mescit efendim..

-Bu halılar ne?

-Efendim, namaz kılınıyor da..

-Halılar nerden geldi?

-Halılar Gima'nın efendim, satılacak...

Satılacak halılar üzerinde yatıp, kalkıyorlardı demek...

Müfettiş, buyurdu oradakilere:

-Bu halılar derhal kalkacak. Kim namazını nerde kılarsa kılsın..

Kömür parası yatırmak için personele yarım saat izin verilmezken, Efendim namaza gideceğim" diyenlere ses çıkarılmıyordu...

"Namaz kılmaya gideceğim" diyenlerse, caminin köşesinden kaybo­luyor, başka dalgalarına gidiyorlardı.

Cephe iktidara geleli beri Gima'dan uzaklaştırılanların, kendiliklerin­den uzaklaşanların sayısına şaşırmıştı çok kimse...

Vaktiyle, memurların, dar gelirlilerin alışveriş ettikleri Gima, kayırılanların mallarını sattıkları yerler durumuna getirilmişti. Bu müşteri bir gün satın aldığı peyniri geri getirdi. Peynir kokmuştu. Denizli'den alınan mallar, soğuk hava depolarında yığılıp kalmış, kitap bölümü sıkmabaş Şule Yüksel'in yayınları ile doldurulmuştu. Bölümden Aziz Nesin'in, Ya­şar Kemal'in, Fakir Baykurt'un, Yılmaz Güney'in kitapları kaldırılmıştı.

Gima'nın bu duruma getirilmesi yeni değildi aslında. Sakallı Bakan Fehim Adak Ticaret Bakanı'yken, sakallı Bakan'ın odası döşenip dona­tılmış, karara ise, "yönetim kurulu odası döşenmesi" diye yazılmıştı. Ayıp olmasın diye yönetim kurulu odasına da üç seccade alındı.

Bazı mağaza müdürleri, personeli çalmağa mı kışkırtıyordu ne?

-Paralar gel bana gel bana der, sakın kasalardaki paraları almayın emi çocuklar?

Bir mağaza müdürü, avans para sayan bir memureye şöyle demiş­ti:

-İçinden para mı aldın ki, sayıyorsun parayı ha? Sakın alma, para­lar gel bana, gel bana, der ama, sen alma...

Memurenin öfkeden kanı tepesine çıkar...

Yılmaz Güney haklı. Biz dışarda büyük bir mapusanede yaşıyoruz. Bazı gardiyanlarımızsa nelerle uğraşıyor?

Pasaport istersin, vermezler. "Yok, yasak, çıkamazsın" derler. An­cak onların istedikleri yere kadar çıkabilir, yazarsınız, onların istedikleri kadarını yazabilirsiniz. Yazdıklarınız doğruysa, yalanlar, istedikleri ga­zeteleri yayınları okuyabilecek, istemediklerini okursanız işinizden, gü­cünüzden olacaksınız. İçerde olmazsa canınız bir ölçüde güvence altın­da, dışarda o da yok..

Aradaki fark, kokmuş peynirleri yemek mi?

(22 Ekim 1975)