"Ankara Notları" Üzerine...

Bugün Ankara Notları'ndan söz etmek istiyorum. Öteden beri bu sütunla ilgili pek çok eleştiri dinledim, sevenler genellikle duygusal olsa da olmasa da, düşüncelerini belirtirler. Gazeteciler, "Ankara Notları"nı yeni bir "tür" olarak nitelediler. Yani ne haber, ne fıkra, ne makale...

Aslında, bana göre, bu yeni bir tür değildi. Belki, her gün yazılması, çıkması yeni bir şeydi. Kendi kendime "Çalışınca o da oluyor" derdim. Ancak, yoğun çalışma gerektirdiğini söylemeliyim. Başkaca bir meziyet istemiyor.

Bundan onbeş yıl kadar önceydi. O zaman, Vatan'da Yazı işleri Müdürü olan Selâmi Akpınar'a bir mektup yazmış, Vatan'da bir serbest sütun verilmesini istemiştim. Vatan'ın Ankara muhabirlerindendim. Selâmi Akpınar, hiç unutmam, şöyle bir karşılık vermişti:

"Önemli olan sütun sahibi olmak, oraya her gün bir yazı yazmak değildir. Mesele olan yazılar, röportajlar yaz sen. En iyisi budur..." Mektup aşağı yukarı böyleydi. Aklımdan hiç çıkmadı gazetecilik yaşamım boyunca bu sözler. Meseleleri aramaya çalıştım. "Ankara Notları" yeri bir yazı sütunundan çok, galiba işte böyle bir yer bence. Bu sütunun, yerin böylesine sürekli olmasında Kemal Bisalman'ın ve Yeniortam'ın teşviklerini söylemeliyim. Ancak, asıl okuyucular desteklediler, dayanabilmek için...

"Ankara Notları”na her gün yeni bir biçim vermek için düşünürüm. Buraları, birer dedikodu sütunu olmaktan kurtarmak gerekli de ondan.

İzmir'den Yeniortam okuru Turgut Göngör, "Ankara Notları”nı eleştirdi bir mektubunda. Şöyle diyor:

"Bir gün, Yeniortam'ın "Ankara Notları”nda sözünü etmiştiniz. "Ankara Notları"nın çatısal planını değiştirmeyi, yenileştirmeyi düşünüyorum" diye. Gerçekten son günlerin Ankara Notları, daha güzel, daha doyurucu olmaya başladı. Bir başka deyişle genelleşti. Kesip biriktirdiğim eskileri karıştırdım, okudum yeniden. Meclis ve çevresindeki kulislerin yoğun ve sıkıcılığı, bürokrasinin bıktırıcılığı... ve yazılarınızda yineleyip durduğunuz soru cümlelerinin "dikkati çekme" özelliklerini yitirip esnetme havasına sokması insanı...

Oysa, şimdiki yazılarınızda, içerik bakımından yoğun, bilinç açısından verici, öğretici, hedefleyici konular, sevindiriyor beni, bizi. Daha açıkçası sevimlilik kazanıyor gözümüzde. Yapıcı bir sevimlilik.

Yazdıklarımı eleştirisel yönden görmeyin lütfen. Asla böyle düşünülerek yazılmadı bu mektup. Kaldı ki, ben henüz yirmi bir yaşında işçi- öğrenci bir gencim. Amacım size, ağabeyime sıcak bir "Merhaba" diyebilmek ve her gün yeniden tanıdığım kişiliğinize olan saygımı belirtmekti.

Yazılarınızda yeri geldikçe, çok sevdiğim anılarınıza yer vermenizi istiyorum sık sık. Anılarınızı yazarken, öyle somut yargılara varıyorsunuz ki, benim gibi Anadolu'da büyümüş ve yıllardır benliğinden çıkarıp atamadığı "burjuva romantikliği ve özenticiliğinin" etkisinde kalarak, alışılmış "anı" yazılarının duygusallığında "mest" olan "çok fazla entelektüellerin (...)" kısır kabuklarını kırmayı başarabiliyorsunuz. Yani, "anılarla uyuşmak", yerine, "anılarla uyanmak" dünü unutmamak, bugünü bilinçle yaşamak, yarını da, yargılarımızla kanalize etmek. İşte anılarınız ve onları yazış tarzınızdaki güzelliğin boyutlarını hesaplayışım.

Dar zamanınızı aldığım için bağışlayın beni ve -yeri geldikçe- anılarınızı okumanın zevkinden mahrum etmeyin bizleri..."

Genç arkadaşımın mektubunu, hemen hemen aynen aldım. Öven sözleri, yüreklendirdi. Sağolsun.

3 Haziran 1973