Tonguç Baba...

Amacım, öleli ondört yıl olan İsmail Hakkı Tonguç'a ağıt yakmak de­ğil. Anma toplantılarıyla, ağıtlarla da yaşatılamaz kişiler, gerçekten ya­şamıyorlarsa aramızda değillerse. Tonguç unutulmamıştır biliyorum, öğrencilerinde arkadaşlarında, eserlerinde yaşamakta. Tonguç adı, ge­lip geçmiş en büyük eğitimci olarak yaşayacak da. Eğitimci dedim, öyle sunuluyor, öyle yaşatılmak isteniyor çünkü. Tonguç gerçekte, eğitimi bir araç olarak kullanarak büyük kitleyi bilinçlendirmek istemişti. Köylü bilinçlenerek, örgütlenerek haklarını arayacak, koruyacak kalkınacaktı. Köy enstitülerini birer öğretmen yuvası sayanlar bundan dolayı yanılır­lar. Romancı, sanatçı yetiştiren öğretmen okulu mu olur, yetişenleri na­sıl sapasağlam kalmışlardır bakmadınız mı?

Köylünün yoksulluktan kurtulmasına katlanamadı egemen çevreler, o zaman da. Köy enstitüsünde bir sabah binlerce gencin jimnastik ya­pıp bir ağızdan marşlar söylediklerini seyreden o dönemin bir sorumlu­su, birden bütün Türkiye'de köylülerin böyle biraraya gelip, marşlar söyleyebileceklerini düşünmüş ödü patlamış.

-    Sonra bizim halimiz ne olur?... gibisine.

Köy enstitülerindeki özgürlük havası, 1960 devriminden ve Anaya­sasından gelen güçle, gençliğe yansır gibi oldu. Öğrenciler toplantılar, forumlar düzenliyorlar, yöneticilerini, yurt yöneticilerini eleştiriyorlardı. Korktu bundan egemen çevreler. Oracıkta boğmak için kışkırttılar üstle­rine güçlerini. Varılan yeri hepimiz biliyoruz. Ben görmedim okudum, dinledim. Köy enstitülerinde eğitimin başlıca özelliklerinden biriymiş, eleştiri. Öğrenci, öğretmen ayırımı yok. Nitekim adı da öğretmen de de­ğil. "Eğitim başı"vb... Bu en demokratik yol, işlere gelmezdi elbet. Çün­kü bunlar, yüzbinler, milyonlar oldu mu seyredin gümbürtüyü o zaman.

Arkadaşlarım arasında bazı sosyalist ülkelere gidip dönenler, nisbet yaparlar:

-    Orada da dilenci gördüm. Hem resmini de çektim...

-    Kaç tane?

Hafif bozulur o vakit:

-    Bir tane, ama olsun. Oralarda da var ya. Demek ki ne yapsan, yoksulluktan kurtaramıyorsun insanları..

Gülerim içimden. Ulus'a sapıp da Rüzgârlı'ya dönerken yolboyu sı­ralanmış dilencilerin önünden geçerim. Süleyman Bey'i, daha önceki yöneticileri, şundan, bundan dolayı yüce divanlara göndermek isterler. Kardeşlerine yardım etti devlet olanakları ile filân diye. Asıl, başka ne­denlerden yollanmalılar yüce divanlara, yargılanmalılar. Her dilenci, sö­mürülen bir iliğin simgesidir. Kentteki dilenci de köyde Karun sayılır ne dersiniz?

Türkiye'de işçiyi, köylüyü bilinçlendirmek isteyenler, ondan yana ömür tüketenler hep horlanageldiler egemen güçlerce. Bakınız cezaev­lerine, Behice Boran niye hapistedir? Sadun Aren, TİP yöneticileri niye kapatılmışlardır zindana? Daha ne insanlar izleyeceklerdir aynı yolları...

Tonguç'u en iyi onların anlamalarını bilmelerini isterdim. TÖB-DER Tonguç'un kitaplarını gençlerin anlayabilecekleri dile çevirip daha arılaş­tırarak yayınlamaya başlamıştı. Bunu sürdürmesini dilerim.

Geçenlerde Meclis kürsüsünden eski bir Millî Eğitim ve Tarım Baka­nı olan İlhami Ertem yalan yanlış konuşuyordu. "Kapatılan komünist TÖS" gibi lâflar ediyordu. Bir kez, TÖS, hiç bir zaman mahkeme kara­rıyla kapatılmadı. TÖS, yasal bir örgüt iken, yapılan bir Anayasa deği­şikliğiyle memurların sendika kurmaları yasaklandı. Bundaki amaç da ortadaydı. Nihat Bey ve Ferit Bey, kendilerinden yana olmamış bu ku­ruluşların kapatılmasını, ortadan silinmesini istiyorlardı. Yasalarla kapa­tıldılar. TÖS de bunlardan biriydi. TÖS'ün genel merkezinde, çok şube­lerinde Tonguç Baha'nın büyütülmüş fotoğraflarını görürdünüz. “Komü­nist TÖS" demek de yanlıştı. Çünkü, daha TÖS yöneticilerinin sıkıyöne­timden geçmiş davaları Askerî Yargıtay'da görülmekteydi. Bir yanda yalan yanlış konuşmak, bir yanda yüksek mahkemelere aklı sıra etkiler yapma girişiminde olmak...

Tonguç, ileri hareketlerin adamı olarak yaşayacaktır. Ama bu hiç bir zaman serüvene, aceleciliğe dönüşmedi onda. Sabırla, sindire sindire birşeyler yapılabileceğini umdu. Zamanın Cumhurbaşkanı İnönü'nün, "Bakın, bu harp yıllarında ne yapabilirseniz yaparsınız. Sonra size bun­ları yaptırmazlar. Süratle köy enstitülerinin sayısını iki misline çıkarın..." önerisini bile olanaksız buldu. Tonguç'un yaşamında en çok pişmanlık duyduğu buymuş. Neden İsmet Paşa'nın önerisini dinlemedim diye. Kırka çıksa ne olacaktı, sonuç değişecek miydi acaba? Belki, egemen çevreler, güçlüye karşı çıkamayacaklar mı o kadar? Ama, arkasından 1950 geliyordu...

Gençlik hareketlerinin başlarında düşünürdüm Tonguç'u. O olsaydı acaba ne derdi diye. "Benim yetiştirmek istediğim gençlik" mi derdi? O gençliğin sonra, egemen güçler elinde nasıl işkenceler altında ezildiğini iyi ki görmedi. 27 Mayıs Devrimi'nden hemen sonra, gençlerin Harbiyelilerin yürüyüşünü mü seyretmiş, belki 27 Mayıs öncesi yürüyüşüdür, - dört saat gençler önümden geçtiler- diye kıvançla anlatırmış. Köy Ensti­tülerinin benzerini kentlerde de kurma, onun tasarısıydı. Bunun gereği­ne inanmış olmalı. Aradan yıllar geçti, şimdi daha esaslarını bilmediğim köy-kent projeleri çıkıyor ortaya. Aynı zorunluluk sürüp gidiyor ülkede çünkü.

Bazı, kendi kendime konuşurum:

-    Tonguç sağ olsaydı, içerde mi dışarda mı olurdu?

-    Belki dışarda oludu. Fakat o kadar insanı içeri tıkanlar, Tonguç'u tıktıklarını biliyorlar...

Mamak Askerî Tutukevi'nde yatan Atillâ Sarp’tan çok sıcak bir mek­tup aldım. 1964-65'lerde nasıl tanıştığımızı anlatıyor. Şöyle diyor mektu­bunda Atillâ Sarp:

1964-65 yıllarında partinin basın bültenlerini sizi görmedikçe ver­mek içimden gelmezdi. (X)de çalışan bir gazetecinin parti bülteninin basında yer almasına katkısını onyedi yaşımda düşünemezdim doğal olarak. Ama gülümseyen, sevecen davranışınız, ağabeyce tavrınızı ga­zetenin kapısına gelince görmek isterdim. Aradan yıllar geçti. Sıkıyöne­tim koşullarında köşeniz aydınlıkça ortaya çıktı. Güçlüklerle temiz bir uğraş verdiniz.. Çabanız af üzerine haklı olarak yoğunlaşmıştı. Buna gelen haksız ve densiz tepkilere bakmadan olumlu çabanızı sürdürdü­nüz. Sağlıklı davranmanın doğurduğu çok yönlü tepkiyi ben de tadan­lardanım...

... Eksiği, yanlışıyla birşeyler yapmaya çalıştık ağabey. Bu nedenle koşullar bizi seyirci olmaya zorluyor. Durum da bu. Barış ve özgürlük bizim en içten sloganlarımızdır ve kitleler bundaki içtenliğimizi bildikçe tek tek tüm insanlar bu konudaki ikirciksizliğimizi bildikçe kazanacağa­dır..

Salt size duyurmak için içimden gelen şu satırları yazdım. Sağlıcak­la kalasınız..