Baba.. Okul...

Günlerden pazardı. Başbakan Bülent Bey, telefonla, küçük araba­nın gönderilmesini istedi. Başkentin havasından şöyle bir kurtulmak, bir bakıma piknik yapmak geçmiş olmalıydı usundan.

Bursa'da MSP Kongresi, Antakya'da belediye seçimleri... "Düşünce ve inanç özgürlüğü çalışmaları... Yürüyeceğine inanamadığı bir ortaklığı bırakma kararı vermişti. Nasıl da telgraflar yağıyordu başbakanlığa. DİSK, çeşitli kuruluşlar, "bırakma" diyorlardı. Kulislerde konuşuluyordu:

-     Bu ortamda, bir şey yapamadan bırakırsa başbakanlığı, sola bir altı-yedi yıl daha iktidar yok kolay, kolay... Parlamento'da çoğunluğu ol­masa da olur, bir başlarda, azınlık hükümeti kurmayı düşünmemiş miy­di? Kararlarla, dar gelirli memurun, emekçinin yüzünü de güldüremez miydi?

Bunlar konuşuluyordu.

Devlet, hükümet kadrolarında çalışanlar, Süleyman Bey'in adamla­rıydılar çoklukla. Süleyman Bey'den almışlardı buyruğu:

-     Oturun, yerinizden gitmeyin. İşleri kösteklemek için gereklisiniz bi­ze...

Oturuyorlardı yerlerinde işte. Hele, hükümet düştü, düşecek söylen­tileri yoğunlaşınca, daha bir keyifli oluyorlardı. Bakanlarının yüzüne da­ha bir dikleşerek bakıyorlardı o zamanlar. Bakanları bunları anlamıyor sanıyorlardı belki de. Anlayanlar, anlamazdan geliyorlardı...

Bakanlardan biri, bir gün şöyle buyurdu:

-    Bana şu konuda bir karar taslağı hazırlayıp getirin...

Taslak hazırlanıp geliyordu. Bakanın, gözleri faltaşı gibi açıldı.

-    Nasıl böyle hazırlarsınız? Biz AP iktidarı değiliz, heeeyyyy...

-    Başüstüne efendim. Aksi yönde hazırlayalım...

Bu kez, öyle geliyordu.

Devlet kadroları böylesine bir ahtapot gibi sarmış, hükümet eden­leri.

Daha çok kimsenin haberi yoktu. Bir gün birdenbire, Meclis Muhafız Tabur Komutanı Yarbay Hüsrev Ergüven görevinden alınıp, Çıldır'a naklediliverdi. Yerine kim atandı bilmiyorum. Silâhlı Kuvvetlerde, yer yer atamalar, yer değiştirmeler oluyordu.

12 Mart'tan sonra ilerici diye tanınanlar, çoktan uzaklaştırılmışlardı görevlerinden. Kimi emekliye ayrılmış, kimi -gençler nasıl emekli olabi­lir- Askerî Danıştay kapılarını boylamışlardı.

27 Mayıs, bir hışımla geldi kondu 1974'ün göbeğine, Anayasa ve Özgürlük Bayramı'nın, ne Anayasası ve "Özgürlüğü" kalmıştır bilesiniz.

Hükümet duracak mı, durmayacak mı söylentileri arasında hazırla­nıyor, "Düşünce ve İnanç Özgürlüğü" Yasası taslağı. Bütçe çıkıp, Kasım'a kadar tatile mi gitmeli Meclisler, yoksa eldeki tasarılar ne yapılıp edilip çıkarılmalı mı? Başkent'te kafaları kurcalayan sorunlar bunlardı, hafta sonuna doğru.

Sağı, yani Süleyman Bey'i kurtaran Celâl Bayar mı üstlenmiştir? Bu hafta, bu "hayat öpücüğü"nün nasıl ortaya konduğunu seyredeceğiz.

Eski DP’lilere, siyasal haklarına taaa 1969 seçimleri öncesinde kavu­şuyorlardı. Süleyman Bey'i bir tedirginliktir almıştı. Ne yapmalı, ne et­meliydi ki... Meclis'ten geçti, Senato'ya geldi. Çıktı ha çıkacak o zaman. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç. O değilden bir ültimatom bir zılgıt... Tankların gürültüleri. Tam, Senato'da görüşülüp kabul edileceği sırada, AP'li Senato Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet Nusret Tuna, ayağa kalktı. Başkana seslendi:

-    Teklifi, Komisyon geri alıyor efendim...

Eski DP'lilere siyasal hakları verilmeden, seçime gitti mi Süleyman Bey...

1969 seçimlerinde eski Demokratlar oylarını, Süleyman Bey'e verdi­ler. Seçimleri aldı geldi Süleyman Bey...

Seçimden sonra, bir gün herhalde Tağmaç'a teşekkür etmiş olma­lıydı. Bu kez, öneri yeniden geldi:

-  Sağolun Paşam. Sayenizde seçimleri kazandık. Artık, benim kor­kum yok. Getirebiliriz yeniden Meclislere. Teşekkür ederim.

Her şey sütlimandı bu kez.

Aradan dört yıl geçer geçmez. Süleyman Bey'in ayağı suya ermişti.14 Ekim seçimlerinde o da. Yaslandığı 12 Mart’a karlar yağmıştı. Demokrasi cephesi, gerektiği gibi dersi verdi. Celal Bey’e yaslanmaktan başka yol kalmıyordu artık…

Turhan Bey vermiş olmalıydı aklı. "Ben denedim çok tuttu, bir de sen dene" diye, Süleyman Bey’i attı ortaya. Bozbeyli, zaten gönüllüsüydü "sağ"ın. Süleyman Bey'in suladığı tarladan Erbakan çıkmıştı ama, onu "solcularla işbirliği yapıyor" diye karalamak daha kolay geldi.

Süleyman Bey'den çoktan hoşlanmıyordu -yok canım Celâl Bey de­ğil şimdiye değin tutanlar, örneğin- sermaye çevreleri. Onu nöbetten alıp, bir genç işadamını yerine koymak. Yıpranmamış, kardeşi ne işlere bulaşmamış biri.

Bu hazırlıklar arasında sarıldı Celâl Bey’in ellerine...

…………………………………

Pazar akşama doğru, hava karıştı Ankara’da. Bülent Bey, pikniği yarıda kesip, döndü Ankara'ya işinin başına.

Ulvi Uraz'ın ölümüne çok yandım. Ankara'da çok çağırdığı halde "Evlâtçıkar" oyununa neden gidemedim diye kendi kendime kızdım. Gitseydim ne olacaktı? Duygusallık işte...

Tiyatro iş yapmıyordu. Gelen-giden yoktu. Çanakkale Milletvekili Haşan Sever, Süleyman Genç, sanatçıya birşeyler yapabilmek için uğ­raşmışlardı. Bülent Bey'le görüştürmüşlerdi. Sonra, ayrılıp gitti Anka­ra'dan. Gaziantep Tiyatrosu müdürlüğünü önermişler, o Adana'ya git­mek istermiş. Aziz Nesin, kızmış bu ilgisizliğe:

-    Neden İstanbul Tiyatrosu'nda iş vermiyorlar... diye.

Yakın arkadaşlarıyla konuşup, ölümü üstüne demeçler aldık. Sağlı­ğında ilgilenemediğimiz Ulvi Uraz'ı ölümünden sonra anmışız kaç pa­ra...

Kıvılcım Kuseyri İnce, iki yaşındadır. Babası -Aktan İnce- tutukevin- dedir. Ama, Kıvılcım Kuseyri babasını okulda sanır. Bir gün görüşmele­rin daha serbest olduğu bir sıra babası onu kucağına almış, deftere ka­lemle çizgiler çizmişlerdi.

Bundan olacak herhalde, annesi, Kıvılcım Kuseyri'yi Mamak'a götür­düğünde, beklerken çocuk birşeyler anımsar gibi olur. Konuşur:

Baba.. Okul...

(28 Mayıs 1974)