Ziyaret Günleri...

-Babaanne, babama giderken çiçek götürelim bu sefer n'olur?

-Almazlar çocuğum çiçek...

-Neden almasınlar, babaanne? Çiçek bu.

-Peki madem istiyorsun al...

Ziyaret günleri nasıl da ana-baba günü olur, demir kapıların önü. Oraya gelenler, hemen hemen birbirini tanır, akraba gibi olmuşlardır aylardır.

Fısıltılarla konuşmalar...

-Sadık Bey, Naim Bey'le konuşmuş diyorlar, her şeyi anlatmış öyle mi?

-Evet, anlatmış.

-Ne demiş Naim Bey?

-Size teminat veriyorum, böyle şiddet hareketi bir daha olmayacak mı ne demiş...

-Hanım hanım, yaklaşmayın, uzakta durun, hah ta orada...

-Bu ne?

-Sabun...

-Olmaz, sabun getiremezsiniz, alamayız içeriye. Kantinde var...

-Ne var canım, sabun bu...

-Yaaa, içine anahtar ney yerleştirirsiniz, onlar da duvarı delerler sonra...

Birkaç adım ötede, polis bayanlar sigara içiyorlar. Sigaranın dumanlarını ziyaretçi -yaşlı, genç- hanımların yüzlerine yüzlerine üflüyorlar, alaycı, iyi mi?

-Heyyy, hanım o çiçek girmez içeriye...

-Çocuk arzu etti, ne olur bırakın da girsin.

-Olmaz, yasak.

-Peki. Bari bir dal çiçek götürelim.

-Eh...

-Nasılsın oğlum.

-Sağol anne, görüyorsun işte.

-Saçlarınız kesilmiş, geçen hafta daha saçlıydın?

-Evet, dün gece saat 11 'de yatağımızdan kalkıp traş olduk.

-Sabret oğlum, pek itiraz etme, geçecek bunlar...

-Ne diyorsun anne, küfretmeseler, gerisine aldırmayacağım.

(Küçük Zeynep o sırada, delikten babasına bir dal çiçeği uzatmaya, tellerin arasına sokmaya çalışır. Karanfilin yaprakları bir bir dökülür. Babasına sadece çiçeğin sapını uzatabilmiştir. Baba, topal ayağının üzerinde yer değiştirir. Gözleri buğulanır, perde inmiş gibidir.)

-Nasılsın Sadun, size bir şey yapıyorlar mı?

-Yok canım, neden hep bunu soruyorsun? Dışarıda söylentiler mi var yaygın, yoksa...

-Hayır, şey... Merak ettim de. Sen perhizsin, ne yapıyorsun?

-Yemek pişiremiyoruz tabii. Fakat yumurta, patates haşlayabiliyoruz. Sen merak etme, iyiyim ben. Sigara bile içmemeye çalışıyorum. Burada sağlığımın bozulmamasına çok dikkat ediyorum.

-Şaban Bey, çok zayıf gibi, neden?

-O konuşmaz pek kimseyle. Ara sıra, Sadun Bey’le, yakın arkadaşları ile konuşur, kitabını okur, o kadar.

-Amma çok zayıf...

-Sana 11 tane mektup yazdım, almadın mı Sezi?

-Hayır Nuri, almadım.

-Allah, Allah...

-Sana bir mektup yolladım, ona Ekmekçi üslûbuyla cevap ver, ben anlarım...

-Kantinde mavi mürekkep yok, iyi mi? Öyle yazmam lâzım.

-Mektupları alamayan Cüneyt'in babası, Korutürk'e başvurmuş. Korutürk'den cevap bekliyormuş.

-Eeee, dışarda ne var ne yok?

-Size birşey yapıyorlar mı?

Demir tellerin ve camın arkasındaki, dudakları ile "boş ver" anlamına bir hareket yaptı. Bu ne demekti ki?

Ziyaret saati bitmiş, herkes çıkış kapılarına yönelmişti. İçerden çıkanlar, birbirlerine "filânı da gördün mü, ya falanı?" diye soruyor, birbirinden haber tamamlıyordu. Dışarda, içeriye giremeyenler de bekleşiyorlardı.

-Siz görüşemediniz mi?

-Hayır, damadımla soyadım aynı olmadığı için görüşemedim.

-Ya siz?

-Benim gelinimle soyadım tutuyor tabiî. Fakat ancak oğlumla konuşabilirmişim. Ondan gelinimle konuşamadım...

9 Haziran 1973