Karaoğlan ile Yılmaz Güney

Kürtçe "Karaoğlan", nasıl denir? Lavuk e reş midir? Lavuk e reş eco...

Yarın Eco, doğu illerine çıkıyor geziye. Daha o varmadan türküler yakmaya m. başlamışlar? Ezilmiş, sömürülmüş doğu insanının ezenle- re direnmiş, karşı çıkmış Karaoğlan'a türküler yakmasından doğal bir şey yok gibi...

Ecevit'in Ege ve Marmara gezilerinin bir dökümü yapıldı gazetecilerle Bolu'nun yakınındaki "Koru Motel"de, gece yarısına yakın. Gez. boyunca otobüste yan yana oturduğum gazeteci arkadaşım Nurdoğan Taçalan, kulağıma eğildi, şöyle dedi:

-Yılmaz Güney’i düşünür müsün? Halk, seyirciler nasıl sever Yılmaz Güney'i. Filmlerinde, başlarda ne kadar haksızlıklara uğrar, ezilir. Sonra, bir bir hakkından gelir haksızlığı yaratanların, ezenlerin.

-Buradan nereye geleceksin?

-Bülent Ecevit'e bak. Halkın gösterdiği ilgide bir benzerlik yok mu? Isparta'da ben de vardım. Taş yağmuru altında konuşması, ancak filmlere konu olabilecek nitelikteydi.

Ecevit karşımdaydı, çayını içiyordu. Ara sıra tikleri, konuşmamızı merak ettiğini haber veriyordu.

Gazeteci arkadaşlardan biri sordu:

-Bülent Bey, Ege'yi ve İzmit'i nasıl buldunuz? Daha önceki toplantılarınızla karşılaştırınca?

-Büyük, çok büyük fark var...

Böyle seçim gezilerinde, propaganda gezilerinde insanı şaşırtabilecek, yanıltabilecek şeyler vardır. Örneğin kalabalıklar her zaman yanıltmıştır. 1969 seçimleri arefesinde, İsmet Paşa'yla Diyarbakır'a gitmiştim. Oradaki kalabalık, dinleyenler CHP'ye oy verseydiler, CHP 1969'da bir milletvekili çıkarırdı, çıkaramadı. Şimdi, daha iyi hatırlıyorum. Diyarbakır'daki o dinleyici, tam deyimiyle "kuru kalabalık"mıydı? Yani, heyecansız ve duruk kalabalık. Ecevit'i karşılayanların, dinleyenlerin eskilerden farkı, belli başlı farkı galiba bunda.

Yıllardır liderlerle gezerim. Harcanacak paraya göre, küçük bir kasabaya bile binlik bir araba konvoyu ile girebilirsiniz. Hiç bir şey ifade etmez. Liderin ya yanında, ya çok arkasında karşılayıcıları, karşılayıcıların yüzündeki ifadeyi çok iyi okumaya çalışırım. Bazıları vardır, yararındakilere de gösterirler geçeni, "bak bak o işte..." diye. Bir merakın giderilmesidir bu. Bazıları göstermekle yetinmez, adımlarını sıklaştırır, giderekten koşmaya başlar. Koşmak zorunda da değildir insan merak ettiğinin. Bir zamanlar. Süleyman Bey'in arkasından koşuyorlardı kalabalıklar. Menderes'in arkasından koşmuşlardır. Şimdi Karaoğlan'ın arkasından koşacak dereceye varıyor ilgileri. Bu, işte benim demek istediğim...

Koru Motel'de bir gazeteci arkadaş, izlenimlerini anlatıyor:

-Bülent Bey, İzmit'te komandolar CHP'nin duvarlara yapıştırılan afişlerini yırtıyorlarmış. Birkaç CHP'li yırtanı yakalayıp denize atmışlar. Fakat adam yüzme bilmiyormuş, yine CHP'liler çıkarmış denizden...

Biz Bülent Bey'le İzmit'e girerken, Hippiler de mi karşıladı ne? Kim bilir, adamlar araba konvoyundan çıkamayınca katılmışlardır karşılamaya. Bunu İzmit’e girerken sordum:

-Aman onlar Hippi değil, bizim gençlik kolları... dedi biri.

Nurdoğan Taçalan, yutmamıştı düzeltmeyi:

-Öyle de, neden biri, ikide bir "yahu o Hippileri uzaklaştırın oradan" diye bağırıyordu?

İzmit'e girerken konvoy sel halini almıştı. Kimse de söz dinlemiyordu. Prof. Turan Güneş:

-Kimseye bir kuruş para ödemedik, arabaları olanlar katıldı. Para ödemediğimiz için, söz de dinletemiyoruz...

Emniyet, gittiğimiz her yerde sıkı tedbirler almıştı. Ecevit'in konuştuğu alanın çevresinde en iyi görülecek yeri seçmiş, yerleşmişti kim bilir?

Süleyman Bey, bir İsparta olayından geçmedi. Şimdiye değin geçtiklerinde şapkasını alıp gittiği izlenimi bıraktı. Karaoğlan öyle yapmadı. İlk, 12 Martta gösterdi bunu. Bu resti inkâr eden var mı? Böyle böyle, adım adım çıkıyor, geldiği yere Karaoğlan kim ne derse desin...

Karadeniz dolaylarında -belki Rize'de- Ecevit'i dinleyenlerden biri yaklaşmış Ecevit'e:

-Karaoğlan sen misun?

-Benim...

Adam kalabalığı göstermiş, eklemiş:

-Karaoğlan sensen söyle bu kalabalığa. Senin olduğuna inanmıyorlar. söyle, "Pülent Ecevit penim de."

Böyle çok anılar dinledik, gazeteci arkadaşlardan...

2 Ekim 1973