Ezilenler Yassılır...

Cephe’yi oluşturur oluşturmaz. Süleyman Bey, ilk iş “MİT’in başına kimi getirsem?” diye düşünmüş müdür? Bir süre sonra da ellerini oğuşturup “Buldum…” demiş midir? Bulduğu, Faik Türün müydü? İnsanların kafasından geçenleri okuyabilmeli ki…

Düşündüyse, bulduysa neden getiremedi. Faik Türün’ü MİT’in başına bakalım? Belki, şöyle düşünmüştür:

- MİT’in başına Türün’ü getirirsem, ilk, MİT’in elemanları mı karşı çıkar?

Nerden aklımda kalmış bunlar, belki o sırada gazetelere de sızmış, belki sızmamıştır. Kaç kez yazdım, MİT’i iç politikada kullanmak, adam arkasına adam takmak, bazılarını işkenceye bulaştırmak, öncelikle o kuruluşta çalışanları üzer, rahatsız eder. Cephe iş başına geldiğinde de MİT’in başında Hamza Gürgüç Paşa vardı sanırım. Anayasaya, yasalara uygun davranılması buyruğunda bulunan da odur. Yerlerinden alınan üç MİT elemanı Danıştay’dan yürütmeyi durdurma kararı alınca Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararını uygulıyan da odur. Sonradan Danıştay kararı alanlar emekliye sevk edilmişler, onlardan bazıları da yeniden Danıştay’a başvurmuşlar… Cephenin, Danıştay kararları uygulamadığını ise, bilmiyen yok.

1965 öncesinde sanıyorum, Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem, bir gün MİT’e gitmiş. MİT Müsteşarı’ndan rica etmiş:

- Öğretmenlerime “Komünist” diyorlar. Verin bakalım şunların dosyalarını bir de ben göreyim. Neymiş gerçek öğreneyim…

Birkaç dosya çıkarıp vermişler, incelemiş. Sonra “Allahaısmarladık” diyip ayrılırken, kendisini kapıya kadar geçiren Müsteşar belki de şaka yollu şöyle demiş:

-Efendim, kendi dosyanızı da görmek istemez miydiniz?

Yine söylenti olarak duymuştum. Ecevit, Başbakan olduğu zaman o bazı bilgiler getiresilermiş. Bilgi, Süleyman Bey’in neler yaptığı gününü nasıl geçirdiğiyle ilgiliymiş. Bülent Bey, verilen raporu elinin tersiyle itmiş:

-Bir muhalefet liderinin ne yaptığı, kimlerle konuştuğu beni ilgilen­dirmez. Lütfen böyle bilgileri bana vermeyin bundan sonra. Bülent Bey'le, İbrahim Bey'le ilk karşılaşmamızda bunu bir sormak istiyorum doğrusu...

Ecevit, Özgür İnsan'a yazdığı yazıda "faşizm kesin yenilgiye uğra­mıştır" diyor.

Taaa 14 Ekim seçimlerinden beri, faşizmi geriletme savaşı veril­mektedir. Türkiye'de demokrasinin yaşamasını isteyen sol, bu konuda başarılı sınav vermiştir. 12 Mart'ın geride bıraktıkları, bundan alınması gereken dersler büyük ölçüde kavranmış gibidir.

12 Mart faşizmi, tortular da bırakmadı mı? Bir af, Anayasa Mahke­mesi kararları da içinde olduğu halde, tamı tamına gerçekleştirilemedi. Kıyımevlerinde hâlâ siyasal hükümlüler yatıyor. 12 Mart işkencecilerin­den hesap sorulmadığı gibi, cephenin işbaşına gelişini fırsat belliyenler, baskılarını yoğunlaştırdıkça yoğunlaştırdılar. 12 Mart'ın izleri silinmemiş pek çok solcuyu oyuna getirme yolları aradılar, arıyorlar.

Türkiye'de yasal örgütler çeşitli baskıları altında hâlâ. Örneğin TÖB- DER üyelerine uygulanan kıyım, karı-koca öğretmenleri değişik illere sürmeler, sürüp gidiyor hâlâ.

Bazıları da il içinde değişik okullara sürülüyorlar. İl içinde sürgünü anlayamamıştım baştan. Meğer, yolluk vermemek içinmiş. Eziyet olsun da bir yerine üç dolmuşla, evinden okuluna gidebilsin de... Yolluk için para kalmamıştır.

Pazar günü Düzce'deki TÖB-DER seminerindeydim. Prof. Sadun Aren, kapitalizmin bilimsel eleştirisini yaparken, salonu dolduran yüz­lerce öğretmen soluklarını tutarak dinlediler. Sigara dumanlı salondan kimse çıkmadı konuşma bitene dek.

Konuşmasını fıkralar, olaylarla süsledi Prof. Aren, bir de masal an­lattı:

-Ülkenin birinde bir padişah, bir de padişahın kızı varmış. Yoksul bir çobana âşıkmış padişahın kızı. Kendisiyle, köpeğiyle haberler gön­dermiş çobana. "Buluşalım" demiş. Üzüntüsünden ağlamış, göz pınar­larından akan yaşlardan bir göl olmuş. Çoban bir kayık yaparak kürek çeke çeke sevgilisine gelmiş. Fakat bir kuş, bunu görüp padişaha git­miş, haber vermiş buluştuklarını... Masalı dinleyenlerden biri, masalın burasında "kuş konuşmaz" demiş, "olmaz öyle şey..." Sadun Aren, de­vam ediyordu:

-Kedi konuşur mu ki, köpek konuşur mu ki? Gözyaşlarından göl olup, çoban orada kürek çekebilir mi ki? Bir değil, her yanı yalan. Onun için bu düzene bir yanından bakarak eleştirmek yanlıştır. Tümü aldat­macadır çünkü... Her mahallede bir milyoner yaratmak, bu düzenin, sistemin doğal işidir. Vergi bu düzende elbette fakirlerden alınacaktır. Vergi iadeleri elbette varlıklılara verilecektir. Düzce TÖB-DER Başkanı Reşat Albayrak, Cengiz Arıbay, TÖB-DER Genel Sekreteri Binali Seferoğlu ilginç konuşmalar yaptılar.

Bir öğretmen sınıfında "gelir dağılımı"ndaki eşitsizliği şöyle anlatmıştı:

-Yüz kişi var, yüz kişi için 100 somun var. Yüz kişiden beşi somun­ların yirmi tanesini yiyorlar. Öğretmen daha sözünü bitirmemişti ki, öğ­rencilerden biri oturduğu yerden bağırdı:

-Abovvvvv, patlamıyorlar mı?

Düzce'de komando öğretmenler de vardı. Gizlice "Ülkü-Bir"i kur­muşlardı. Neden gizlice? Bu bir "gizli örgüt"müydü ki, gizlice kuruyorlar­dı. Halktan, öğretmen arkadaşlarından utandıklarından, yüzlerine bakamadıklarından mı "gizlice" kurmuşlardı örgütlerini. Komandolar, bunun için mi yaptıkları baskınları gizlice düzenliyorlardı?

Biz Düzce'deyken, bir olay olmadı. Orada TÖB-DER'li öğretmenler güçlüydüler. Biri:

-Gerici olduklarından belki, gelişinizi geç haber almış olacaklar ko­mandolar... dedi.

Faşizm, şimdiye değin hemen her yöntemi denemiş, demokrasi­den, Anayasadan yana olanları ezememiş, geriletememiştir.

Demokrasiden yana olanların da ezilmemeleri gerekir. Ezilen yassı- lır çünkü. Kıyıma uğramış öğretmenlerin gözlerinde ezilmişliğin izini görmedim.

(4 Kasım 1975)