Bir Faşizm Provası

Emniyet Şube Müdürü, sorguyu okudu. Öğrenci, “ Siyasal Kanaatiniz nedir?” sorusuna şu karşılığı vermişti:

-Milliyetçi, Türkçü ve Atatürkçüyüm…

Müdürün gözleri açıldı. Memurun kulağına fısıldadı:

-Bu komando…

-Nerden anladınız müdürüm?

-Görmüyor musun, ifadesinde açık açık ben komandoyum, diyor. Bak sen ne yap… böyle, “milletçiyim”, “Türkçüyüm” filan diyenlerin yanlarına birer işaret koy, bakalım ne kadar komando yakalamışız?

-Peki efendim.

Emniyete 162 kişi götürülmüştü. Bunlardan on biri kız, gerisi erkek. Üç gündür Emniyetin bilmem kaçıncı katında boşu boşuna bekletiliyorlar, ne tutuklanıyorlar, ne salıveriliyorlardı.

Birara Emniyete, merkez valilerinden birinin eşi geldi. Orhan Akbay’ın eşi. Onun da kızı gözaltına alınmıştı. İşkence de yapılmasından korkuyordu. Tanıdık Emniyetçileri görünce içi rahatladı; kadın evine döndü.

Olayın başından başlayalım. Üç-dört gün Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine komandolar saldırmışlar, kendilerini ve okullarını savunan öğrenciler, içeri doluşup kapıları tutmuşlardı. Saldırgan komandolar, polis -nedense geç gelir- gelinceye kadar taşlar, sopalarla devrimci öğrencileri döğmüşler, polis gelince de:

-Bakın içerde komünistler boykot yapıyorlar… deyip seyre dalmışlardı.

Polisin tutumu, komandoların zorbalıklarını protesto için örgütlerine Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneğine yürüyüşe geçen öğrenciler, panzerlerle kuşatıldılar. Beşer, onar arabalara doldurularak emniyete götürüldüler. Neden onlar götürüldüler. Neden onlar götürüldüler? Benim öğrendiğime göre, bir onlar götürülmemişlerdi. Komandolardan da tek tük götürülenler olmuştur. Fakat, hangi işgüzarlıktan olursa olsun, “masum” yüzden fazla genç öğrenci, üç- dört gün emniyet salonlarında sabahlatılmıştır. Geceler ne kadar uzundur ve uzun gecelerde sabaha kadar yerlere uzanıp yatan genç insanlar neler düşünürler? İçişleri Bakanı Mukadder Öztekin, birkaç gece öyle orada yatsa, ne düşünür, ne tasarlar acaba? Polis tedbirleriyle hiçbir sorunun çözülemeyeceğini polisler anladı da, yöneticiler hala kavrayamadılar. Nerede Milli Eğitim Bakanı? Eğer istifa edecek kadar da heyacan duymuyorsa bu faşizm provasından, hiç ortaya çıkmasın, ortalarda dolaşmasın Türk gençliğini eğiteceğim diye. 162 genç… Onbiri kız. Birkaçı komando, çoğunluğu devrimci gençler… Büyük çoğunluğuna bulunan suç, "dersi engellemek…” Çocuklar güler buna. Dersi engelleyen, saldırgan olan mıdır yoksa bir demokratik hak olan boykotu yapan mı? Boykotu yapanın bir düşüncesi var. Şöyle.

- Belki yöneticiler, bakanları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını so­runlarına, gençliğin sorunlarına çekebelirim. Belki beni de çağırırlar da, “gel oturup konuşalım, ne istiyorsunuz?" derler.

İşçilerin tanıtma grevine benzer bir şey. Öylesine doğal bir hak.

Onu kırmak için, saldırmak faşistliktir işte.

14 Ekim'den bu yana, yani bir yıldan beri ülkede birşeylerın değişti­ğini fakat faşizm özlemlerinin de uzaklaşmadığını yazar dururum ya, emniyete götürülen 162 gencin başlarına gelenler, bu özlemin bir pro­vasıdır işte. Zorunlu olarak, kursakta kalacak bir prova...

Gazeteler de nasıl mal bulmuş gibi saldırıyorlar kendi çocuklarına.

-    Öğrenci olayları başladı..

Yok bazılarında şöyle:

-    Sol-sağ çatışmasında bilmem ne kadar yaralı var...

Neden bu yaralılar tek yandan olur, onu bile düşünmezler. Basın, halkın bitlenmesinin, ne on yılı, yüz yıl gerisinde daha Geçenlerde kendi kendimizi, gazetecileri de ele alayım, eleştireyim dedim ya, aman efendim dümenlerine taş atılanlar nasıl köpürdüler, ateş püskürdüler anlatanmam. Bunlar mı görecekler, gençliğin sorununu.

Bu "Ankara Notları”nı okuduğunuzda belki gençlerden bazıları emni­yetten serbest bırakılmış olacaklardır. Bazıları da "elebaşı" ne diye, sıkı­yönetime verileceklerdir.

İşgüzarlar, başlarını elleri arasına alıp düşünmeliler iyicene. Ne yap­tıklarını iyi bilmeliler. Bir Amerikalı uzman bir gün şöyle demişti:

- Çocuğunuzun bir olaydan dolayı karakola götürüldüğünü, ancak "kefaletle" serbest bırakılacağını öğrenirseniz, ne yapıp edip istenen pa­rayı bulup, çocuğunuzun karakolda sabahlamasına razı olmayınız...

Amerikalı, bu sözü neden söylemişti? Ne vardı karakolda?

Bildiğim, Türk gençliğini yıllar yılı böyle eğitir olduk. Ondan sonra, kızıyoruz gençliğin öfkeli yetişmesine. Hiç bir sorununa el atmadan, "kır dizini, sen de benim arkamdan gel" diyoruz. Gelmiyor işte, niye gelsin sizin arkanızdan.

Bir demokratik örgütleri var. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenci Derneği. Polis, demokratik kuruluşları bile arıyor. Siyasal partilerin kapı­larını tutuyor. Öğretmenler Derneği'nin Ankara Şubesini arıyor elinde arama belgesi bile yok.

Ne derlerse desinler, ne açıklama yaparlarsa yapsınlar, görevli po­lisler hâlâ zorbaya, komandoya göz yumuyor. Oyunlara gelmeye de­vam ediyor. Elbette, arada bir -bilinçlenmiş olanları- örneğin ziraatçı öğ­renciyi yaralayanı yakalayıp savcıya teslim ediyor, ama çoğunluğuyla egemen güçlerin maşası olmaktan kurtulamadılar daha.

Üniversite yöneticileri ise, kasıtlı olarak "faşist kafalar" yetiştirme eğilimindedirler.

Hacettepe Üniversitesi Rektörü İhsan Doğramacı bir gün:

- Bizim burası oteldir, demişti. Otelin bile bir düzeni vardır, bu kafay­la Doğramacı otel bile işletemez. Hacettepe’nin Ankara dışında "Beytepe" denilen bir yerde fen bilimleri bölümü var. Kimya, matematik, mü­hendislik buralarda okutulur diyeceğim ama, okutulmaz ki. Burada An­kara'nın 40-50 kilometre uzağında okuyan iğrenciler, yiyecek sandviç bile bulamazlar. 4000 öğrenciden 2000'i oraya gidip okuyabiliyor. Ayak­ta ders yapıyorlar, sıra yok. Kaloriferler yanmaz. Bunu öğretim üyelerin­den birine duyuracak oldular, şu karşılığı verdi:

- Şimdi teneffüse çıkacağız. Dışarıda koşar, ısınırsınız... Hem kantin çalışmıyor çocuklar, sabah gelirken sandviçlerinizi cebinizde getirin...

Bunlar düzelsin diye, boykota gitti öğrenciler. Tınan kim? Hemen polis geldi, başladı "şebeke” denetimi yapmağa. Elbette, polisten önce komandolar bastı kaç kez. Polis sonradan geldi, yanlış yazmış olmaya-

Hacettepe'nin çevresinden, gece olup, karanlık bastı mı bir başına kız öğrenciler geçemezler. Önceki sabah gün doğarken Hacettepe'nin çevresi komandolarla, silâhlı komandolarla sarılıydı.

O sırada, Başbakan, Millî Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı hele Genç­lik ve Spor Bakanı mışıl mışıl uyuyorlardı...

(7 Aralık 1974)