Canım hiç yazı yazmak istemiyor. O kadar yazdım, çizdim ne oldu? İzin günleri de yaramıyor mu ne? Bu kez, Eylem kaza geçirdi. Kaşının üstü yaralandı. Hastaneye götürdüm kucağımda, bakıldı, dikildi kaşının üstü. Akacak kanı varmış çocuğun. Sadece:
- Babacığım elimi bırakma... dedi. Ameliyat gömleğinin üstünden tuttum minik elini. Sağ gözü de şişti iyice. Amma inecek şişler. Daha iyiydi bu sabah...
Çocukları içerde kalan ana-babalar, nasıl üzgündüler. Ana-babaları demir parmaklık arkasında, tel örgüler ötesinde kalan çocuklar ya...
Affın böyle geçeceğini beklemiyor muyduk? Kızılay Caddelerinden geçerken, kulağımıza konuşanların bir sözleri çarpıyordu:
- Şu af doğru dürüst çıksaydı...
Yeniortam Bürosu'na bir öğrenci genç geldi. BalIkesirliymiş. Şöyle dedi:
- Anamın inancı zayıfladı.
- Neden?
- Beş vakit namaz kılıyor, her namaz sonunda da affın çıkması için dua ediyordu. Şimdi, "o kadar dua ettim, demek ki yararı yokmuş" diyor...
Sevinenler de ne çokmuş, devrimcilerin, gençlerin, solcuların içerde kalmalarına, Sevinenler çokça, Ecevit döneminde dümenleri bozulanlar. Artık vurgun vuramayanlar, yahut, yavaş yavaş vuramayacaklarını anlayanlar.
Bir sitede bir kadın, af güdük çıkınca sabaha karşı değiştirmiş giysilerini, allı pullu şeyler takmış sırtına şıkır şıkır oynamış.
Ecevit iktidardan gidecek de, ya eski Morrison temsilcisi, yahut bir balyozcu, ya da işkenceci gelecek de döndürülecek eski yollar.
Günün konusu bir değil, birçok şimdi.
Önce affın böyle çıkması bir sorun olarak duruyor ortada. Böylesi ne haksız, tek yönlü, kin dolu bir uygulama, barışı uzaklaştırıyor git gide. Buna çare bulunması gerek.
141-142'nin af kapsamı dışında bırakıldığının ertesi günü, Mecliste bir yeniden görüşme istemi düşünülmedi değil. Düşünüldü bu. Hem de MSP'lilerden geldi öneri. Gerçekten Anayasa Mahkemesi kararları, Meclislerin istedikleri zaman, 226 oyu buldukları anda istedikleri değişikliği yapabilmelerini sağlayıcı nitelikteydi. Erbakan'a karşılık verildi:
- Tamam. Yeniden görüşme isteyeceğiz. Fakat bu sözle olmaz artık. Bu öneriyi kabul edeceklerin imzasını da isteriz.
- Hay hay, dedi Erbakan. Gitti. Geldiğinde 23 imza vardı.
23 kişinin üstündeki MSP'liler imzalamamışlardı öneriyi.
- Bu kadar bulabildim.
- Olmaz kardeşim, yetmez. Git biraz daha çalış.
Erbakan, yeniden döndü.
- Hepsi bu kadar.
- O zaman olmaz... Direnmedi CHP, bir yeniden görüşme ve 141- 142'yi af kapsamına aldırma konusunda artık.
Ancak, şimdi, durumu yeni baştan ele alıp düşünme durumundaydı. MSP'lilerin bu imzalamayan 25-26'sı neyin nesiydiler? Bunlar Erbakan'ı da bir süre kullanıp, kurulacak bir sağ koalisyonda dişli yahut vida olmak için mi bekliyorlardı MSP'de? Erbakan, bunları atabilecek miydi partisinden? Yoksa, o da onlarla birlik miydi aslında?
Bunların Hacıbayram'ın karşısında bir dükkânda çoktan beri toplantılar düzenledikleri söyleniyordu. AP'lilerle ilişkiler kuruyorlardı. Nurcu oldukları söyleniyordu. Ortada para dönüyor, adam başına 2,5 milyon veriliyor deniyordu. Taktikler uygulanıyordu, kucaklar açılıyordu. İsmet Paşa'nın bir sözünü hatırlattı bir CHP'li:
- Dana ahıra girecek ya, mahallenin veledleri bırakmıyor ki...
Bunlar, daha önce ortaklık başlarken söz vermemişler miydi? Hele, af öncesi Meclis'ten başta geçerken 235 oyu tamamlayanlar bunlar değiller miydi? Demek sözlerinde de durmamışlardı.
Bunlar, dini bütün müslümanlar, üstüne el bastıkları Kur'an'ın "Nahl" suresinin 91'nci ayeti'nden habersiz miydiler? Şöyle diyordu orada:
"-Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil olarak pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Allah yaptıklarınızı şüphesiz bilir..."
Aynı surenin 92'nci ayeti de şöyleydi:
"-Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü, aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bazan kadın gibi olmayın. Allah onunla sizi dener. And olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size kıyamet günü açıklar…”
Bu bölümler, Kur’an’ın ahde vefa yani sözünde durma, sözünü yerine getirme bölümü ile ilgili, “Isra” suresinin 34’ncü ayetinde de şöyle demiş Tanrı:
“Ahdi yerine getirin. Doğrusu verilen ahidde sorumluluk vardır.”
Şimdi bu adamlar, ortalığa çıkıp Müslümanlıktan söz edip, dem vuracaklar mıdır?
Süleyman Bey başlatmıştı , din sömürüsünü. Dinin bir yalancılık bir kaypaklık ve döneklik olduğunu kim saptamaya uğraşıyor? Politika kuyusuna dalmış kişiler, hiç mi sorumluluk duygusu taşımazlar? Halk arasında hani:
-Dini, imanı para… dediklerinin anlamı açıklığa, aydınlığa mı kavuşuyor gitgide?7
CGP’liler, McCarthy’ciler, ortalıkta bir bunalım olsun da postu kurtaralım, nasıl olsa aramızdan birini başbakan yaparlar diye ağızlarının suyu aka aka, belermiş gözlerle bakıyorlar.
Demokratikler, ne yapacaklarını bilmezlerin şaşkınlığı içinde. Parlamento kulislerinde kimse kimseye yaklaşamaz duruma geldi.
Başta Süleyman Bey, hiç birinde sorumluluğun zerresini göremiyorum.
Ecevit, af güdük çıktığında, grubunda yaptığı konuşma sırasında şöyle demişti:
-Bu kadar sınırlı bir affın dahi kendisinden esirgendiği kesim- yani devrimciler- yeniden komandolara karşılık verir, bir çatışma çıkarsa, sarsılmış bir hükümet bunun üstesinden gelebilir mi?
Alıklar, bunun farkında değiller. Belki farkındalar da, devrimci gençler yeniden oyunlara gelsinler, eylemlere girişsinler, ortalığı toz duman bürüsün, biz de dümenimize bakalım mı diyorlar?
Süleyman Bey, boşlukta demeç üstüne demeç veriyor. Meclis, komünistlerle, kader kurbanlarını ayırmış. Poh, poh..
Bunun altında ilk kalacaklardan biri Süleyman Bey. Bunu düşünsün önce o…
(18 Mayıs 1974)