Sabahları bazı erken evden çıkıp, Çankaya'dan Kavaklıdere'ye kadar yürüyorum. Hangi elçilik bahçesi bilmiyorum, bahçenin bahçıvanı yerlere dökülmüş sarı yaprakları süpürüyor. Birden nasıl da dökülüp yayılmışlar yerlere. Ne güzel olur, böyle yerlerde oturmak, dolaşmak, belki de sincaplar atlar dalların arasından. Birazcık bekleyebilsem yolda, seyretsem, görebilirim ne bileyim. Bahçıvana, "Kardeşim ne süpürüyorsun o kızıla çalmış yaprakları, bırak dursun" desem, nasıl şaşırır, "Çattık mı belâya?" diye başını sallar iki yana ve işime gitmemi söyler öyle ya.
Dört duvar arasında, ya da caddelerde arabalarda geçiyor ömrümüz. Bazı, arabası olan arkadaşlar uğradı mı, onlarla şöyle bir Orman Çiftliği yapıyoruz. Fatma. Hikmet İşmen'le örneğin, Özer Derbil'le. Ya da bir başka arkadaşla. Doğa kişiyi bunalmaktan da kurtarıyor. Fatma Hikmet İşmen mektup almış Behice Boran'dan. Bana da yazacakmış, bayram kartıma karşılık olarak. O şimdi Adapazarı'nda, arkadaşım Niğde'de. Tek odaya geçmekten çok memnunmuş, öyle yazıyor. "Bir de af çıksa..." diyor, "Siyasiler için beklemiyorum, diğerleri çıkardı da cezaevi tenhalaşır, sessizleşirdi" diye ekliyor.
Neden çıkmasın siyasî af? Seçimlerde yenilgiye uğrayanlar, bunu pazarlık konusu haline getirmeseler, yapılan haksızlıkların bir an önce onarılması sağlanabilirdi. Siyasal suçlardan içerde yatanlar dışardakileri hiç rahatsız etmiyor mu? Sözde, demokrasiden, parlamenter düzenden yana olduklarını söylerler. Ağızlarını açtılar mı, sanırsınız ki tüm çabaları özgürlükler içindir. Parlamentoda Meclis Başkanını seçtirmezler, asıl anarşinin bu olacağını akıllarına bile getirmezler. Hükümet kurmak için, CHP'nin tam ezilip yiteceği koşulları ararlar.
AP, 14 Ekim'de iktidara tek elle gelip, belediye seçimlerini de öbür eliyle toplamak istemişti. 9 Aralık'a belediye seçimlerinin alınmasının nedeni oydu. Fakat hesaplar ters çıktı. Süleyman Bey, güvendiği dağlara karlar yağdığını gördü mü? Şimdi, bir umut 9 Aralık'a kaldı, insan düşünüyor kendi kendine:
-Bakalım, Süleyman Bey paçayı kurtarabilecek mi sonunda? Belediye seçimlerinde "yıkıma" uğrarsa, AP Demirel'i gözden çıkarabilir rahat. Yerine kim gelir? Gerçi Süleyman Bey'in kişiliği önemli değil ama, bir yerde kişiler de daha altta yatan birtakım gerçeklerin temsilcisi olarak önem kazanıyor, bir sorun haline geliyorlar. DP ile AP'nin uzlaşması, temsil ettikleri sınıf kesimlerinin uzlaşması demek olur, ama bu uzlaşma ifadesini, Demirel'in kişiliğinin politikadan uzaklaşmasında bulabilir...
MSP, başından beri belediye seçimlerini ortaya atarak CHP ile koalisyondan kaçtı. Tabanının kayıp gideceğinden korkmuştu. Belediye seçimleri, bakalım MSP'ye ne getirecek?
CHP için belediye seçimleri büyük önem taşıyor gerçekte. İktidar olarak, hayat pahalılığı ile savaşacağından söz etmişti. Hayatı ha deyince ucuzlatabilir mi? Elbette bu kolay değil. Ancak pahalılığı olduğu yerde durdurabilir. Bunda, kazanacağı belediyelerin büyük rolü olacaktır.
CHP, 14 Ekim'den bu yana geçirdiğimiz bir buçuk ayda puan kaybetmiş sayılmaz bence. Sermaye çevrelerinin CHP'ye hükümet kurdurmamak için gösterdikleri çabalar, sağ partilerin seçmen ve vatandaş gözünde düştükçe düşen durumları, CHP'ye puan bile kazandırmış sayılabilir.
Ancak, belediye seçimlerinden sonra tümüne düşen görevler var. Önce seçim öncelerinde verdikleri sözleri tutmaları gerek...
★
Bugünlerde cezaevlerinden ne kadar da çok mektup geliyor. Kış yaklaştı, yaklaştı değil geldi çok yerde. Odalarda sobalar kurulmamış, Buca Cezaevi ile ilgili mektupta, okur şöyle diyor:
... hem, soba kurulsa da hiç bir şey değişmiyor. Koskoca koğuşa etki yapmıyor çünkü. Günde bir teneke kömür veriliyor, sonra soba yemekhanede yanıyor, yatakhane buzhane gibi. Bir konu daha var: Devlet iki battaniye veriyor, istersen buz tut. Dışardan istesek, adı "yasak." Zenginin yorganı el üstünde geliyor, o yasak değil. Fakirin bir battaniyesi görülürse "yasak" diyerek iade edilir. Bu yazdıklarım, burada yapılan ayrımların bir kısmıdır. Eğer dışardan soracak olursanız, yemekler mükemmel, koğuşlar fırın gibi. Bunlar madalyonun ön yüzü kardeşim, ne yapalım bekliyoruz.
Sisler, dumanlar içindeki Ankara'da dört duvar arasında yaşıyoruz. Ancak, canımız çekince şöyle doğayla başbaşa olabileceğimiz bir yerlere çekip gidiyoruz. Onun bile tadı, tuzu yok bunca insan içerdeyken. Ayakları zincirli, kapıları koca kilitlerle kilitliyken. Kim demişti o sözü: En son insan da özgürlüğüne kavuşana kadar bütün insanlık için özgürlükten söz edilemez...
4 Aralık 1973