Eylem Bağırdı: "Baba, Kapıyı Aç!.."

Dün sabah erken kalktım. Bir yandan çayımı yudumluyor, bir yan­dan Çetin Altan’ın "Suçlanan Yazılar" kitabını okuyorum. Kitabın son sayfalarını. Bu bölüm, bilirsiniz Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırıl­dığı sıra gece sabaha karşı Parlamento'da yaptığı konuşmalardır. Ak­lımda o günler:

- Bu söz suçmuş ve bunun için 7,5 sene hapis yatacakmışım. Ni­ye? Yalan mı? Yalan mı? (Gürültüler) Köylü efendimiz olsun ister misi­niz, istemez misiniz? Eğer namuslu insanlarsanız bunu köylüye söyle­yin. Senin efendi olmanı biz istemiyoruz deyin. Bunun için beni burada yargılar havasında, köylü ile işçinin Türkiye'de vazgeçtik efendi olma­sından sizlerle temsil ettiğiniz burjuva sınıfı ile aynı dengede olmasını istiyor musunuz ve bunu da köylü ile işçilere benim gibi açık söylüyor musunuz? Yoksa buna kızıyor musunuz? Mesele burada. ("Bu komü­nizmdir" sesleri, gürültüler) Bu komünizmde değil o ikinci laf o. Komü­nizm kelimesinin arkasına saklanan insanları sömürmeye de faşizm derler yeryüzünde. Komünizm kelimesinin arkasına saklanarak. (Gürül­tüler)...

Şöyle bitiyor, konuşması Çetin Altan'ın:

- Efendim, zamanınızı çok aldım. Beni dinlediğiniz için hepinize te­şekkür ederim. Yalnız hayatta ne yaparsanız yapın, samimiyetine ina­nın sosyalistlerin. Kahırlı iştir, kahırlı iştir. Eğer biz bu kahrı çekmemiş olsaydık sizlerle beraber çoğunlukta bulunabilirdik. Neyimiz eksik. Ka­hırlı iştir. Samimiyetlerine inanın, çünkü bu kadar eziyetli bir şeyde ya­lan söyleyerek kalmanın anlamı yoktur, eğer bir çıkarı olsa insanın. He­pinizi hürmetle selâmlarım, iyi akşamlar, benim için de bu saatlere ka­dar kaldınız büyük faaliyet gösterdiniz ona da ayrıca teşekkür ederim efendim, hoşça kalın (CHP ile TİP sıralarından alkışlar).

Altı buçuk yıl önce Parlamento'da Çetin Altan'ın yaptığı konuşma...

Önümüzdeki günlerde Parlamento'da yine tartışmalı toplantılara ta­nık olacağız. Hükümet programının okunmasından sonra, güven oyla­ması ve arkasından af tasarısı...

Partiler ne yapacaklar acaba? CHP ile MSP, 141'de anlaşmaya vardılar. MSP, baştan direnmişti. 163'üncü madde ile 141'inci madde­nin dayandıkları anlamın aynı oluşu meseleyi kolaylaştırmıştı. Birinde şeriat düzeni getirme amacıyla örgüt kurma, öbüründe "sosyal bir sınıfı ortadan kaldırma vs..." olunca, ikisi birbiriyle çakıştı. Bir de Ecevit'in gö­rüşmelerin son gününde "Ya bugün biter, ya biter..." demesi, 141 konu­sunu çözüme bağladı.

MSP'liler, bu kez 146/3'ü af kapsamına hiç mi sokmak istemediler? Konu iki ekip arasında Pazartesi günü görüşülecekti olmadı, Salı günü de olmadı. MSP'li üyelerden biri bakan da olmuştu. MSP onun yerine bir başka üye gönderdi komisyona. Şimdi, böylesine ortada 146/3'ler...

Bir yandan çayımı yudumlarken, kitapları kapayıp düşünmeye baş­ladım. Eylemle Özlem uyanmışlar, mutfaktan sesleri geliyor. Eylem, şarkısız yemez yemeğini. Gece de masal anlatılacak ki uyusun...

"Peynir yalnız kaldı...

haaaydiii, peri kızı..."

Eylem'in sesi:

-    Anne, peynir yalnız kalmasın, n'oolur...

-    Olur. Haydi, şu lokmanı da bitir...

Ben odada tedbirimi almışım. Kapının dış kolunu çıkardım. Dışardan açılması olanağı yok. Rahatça "Ankara Notlan"nı düşünebilirim. Kapı vuruldu Eylem:

-    Baba, kapıyı aç...

Hay Allah, açsam mı açmasam mı?

Bu ülkenin üniversiteleri yok mu? Koca koca profesörleri ne düşü­nürler? Yurtta barışı sağlamak için adî suçların mı, siyasî suçların mı af­fı gerekli? Neden görüşlerini açıklamıyorlar? Hiç kimsede ses yok. Ey­lem, kapıyı hızla vurmaya başladı:

-    Baba, kapıyı aç...

Açtım kapıyı. Koştu, yatağın üzerindeki balonu aldı:

-    Balonum kalmış...

Balonunu aldı, koşa koşa gitti. Kapıyı kapadığıma nasıl da üzüldüm. Engel olacak, çalıştırmayacak sandığıma...

(18 Haziran 1974)