Bir sergide gördüm Başbakan Ecevit'i. Uzun zaman var, görmüyordum. Bayram tatilinde Ankara'da değildi. İstanbul'da Belgrat Ormanları’nda eşi ve birkaç arkadaşıyla dolaştı.
Sergide, yüzyüze gelince kısaca Güneş ve Barbro Karabudaların başlarına gelenleri konuştuk. Güneş, şöyle demişti:
-İsveç basını, Türkiye'de başımıza gelenlerden dolayı ateş püskürüyor. Fakat biz İsveç'e varır varmaz basın toplantısı yapacağız, "Bize uygulanan işlemlerde Ecevit'in en ufak kabahati yok" diyeceğiz...
Ecevit, sevindi bayağı. "Sağolsunlar" dedi.
İsveç basını, Karabudaların başına gelenleri gerçekten büyütmüş. “Güvenlik Polisi, Ecevit'e savaş açtı" diyormuş.
Londra Radyosu, iki gün önce, 14 Türk gazetecinin Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne verilmesi olayını, "Türkiye'de 14 gazetecinin en az beş yıl ağır hapsi isteniyor” biçiminde verdi. Prof. Sadun Aren’İn 1968’lerde katıldığı bir toplantı nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmasına ilişkin haberi verip vermediğini bilmiyorum izleyemedim.
Başbakan Ecevit, Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı'na yolladığı telgrafta “Özgürlükçü demokrasiyi kısan yasalar değişmeli" diyordu.
Anayasa Mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemelerine ilişkin Ana- yasa değişikliklerini görüşmekteydi bir yandan. Türkiye'nin başında Faşizm bulutunu gezdirenler hiç oralı değilmiş gibiydiler. Altan Öymen, en iyisinin adam yakalayıp "Teşhir etmek" olduğunu söylüyordu. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremeyecektik ona kalsak. Oh, ne alâ. Altan bağışlasın beni, beklemediğim karşılıkları verdi. Ne kadar da öfkelendirmişim? Eee, faşizm bu. Çin işi Japon işi değil.
Belki yazdıklarımdan dolayı ben de yeniden mahkemelere verilir, yargılanırım. Olmadı değil. Ama, yargılanırken, ülkem için yurtdışında kotu şeyler yazılır, çizilirse bundan üzülürüm. Herkes üzülür. O zaman, bu işlerde bir terslik olduğunu düşünmek isterim. Yani, ülkedeki güçlerin de Türkiye'nin dışardaki onurunu yaralayabileceklerini düşünmelerini isterim. Haksız mı olurum? Nihat Erimler, Ferit Melenler, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili Anayasa değişikliklerini gerçekleştirenler neden yargılanmazlar? Karışık işler doğrusu.
Türkiye de bir 14 ekim seçimleri oldu. Çok şeyin değişeceğini söyledik bu seçimlerden sonra. Direniyorlar:
- Hayır efendim, kim diyor değişmiş diye? Zırnık değişmedi ülkede... Faşizm birazcık sindi o kadar. Ecevit Hükümeti iktidardan gider gibi olunca da, örtülmüş gibi sanılan pençe sıyrıldı yavaştan yavaştan...
Dışarıya ne güzel bir görüntü vermeye başlamıştık. Yunanistan'da cuntalar vardı, Türkiye kurtulmuştu çoktan bunlardan. Bir af çıkmıştı, aftan yararlananlar birer ikişer, ağır aksak işlerine güçlerine başlayabiliyorlardı bile. Kolay olmuyordu elbet, yaraların sarılması. Kimse daha farkında değildir, ne kadar işsiz aydın var Türkiye'de aftan yararlanan. Çok kimseyi ırgalamayabilir de belki ne bileyim. Örneğin, bir Sait Çiltaş Daha bir görev alıp çalışamadı. Çoluğu çocuğu ile ortada. Adlarını sıralaması zor, sayıları bini aşkın genç subay emeklileri... Emekli üsteğmen emekli teğmen, emekli assubay... Genç yaşlarında, çalışabilecek çağda boş oturuyorlar. Emekli Sandığı karar veriyor, "Bunlar görevlerine dönebilir" diyor. Yani Ordu'ya. Fakat, dönemiyorlar. Suçlan: Bir yönetmelik hükmü; "Yasalara aykırı düşünceler taşımak" aftan da yararlanmışlar. Neden dönmesinler görevlerine? Haydi dönemediler. Neden kamu kuruluşlarında görev alarak emekliliklerini canlandırmasınlar.
Ne yapacağız, nasıl savaşacağız haksızlarla, yasalara, Anayasaya aykırı tutum ve davranışlarla?
★
Sovyet kemancısı David Oystrah ölmüş. Davit Oystrah'ı dinledim ben, Nâzım'ın şiirinden biliyorum. Nâzım, yurtdışına kaçıp gittikten sonra 1 Temmuz 1957’de "David Oystrah'a Mektubumdur" şiirini yazmış. Şöyle:
İstanbul'a gitmişsiniz.
Konserinizdeymiş.
Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişsiniz, bakmış parmaklarınıza.
Mektubunda: "Unuttum herşeyi" diyor.
Kahırlarından başka unutacak şeyi yok.
"Ağladım" diyor, "ferahladım".
"Dünya", diyor, "güzel, içim rahat"
Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleri
Siz kıskandığım biricik insansınız üstat.
(22 Ekim 1974)