Keçikıran Otobüsünü Unutma!..

Hacer Hanım, Konya’dan Ankara’ya kaç kez gelmişti, kocası ile ilk kez geliyordu birlikte. Hacer Hanım okuma-yazma bilmez. Fakat birkaç gelişte Ankara’nın iciğini, ciciğini öğrendi. Garajlarda Konya otobüsünden inince, Gençlik Parkı’nın önünden geçtiler, Ulus’a çıktılar, Hacer hanım, kocasına şöyle dedi:

-Hah, işte burası. Şimdi buradan geçen otobüslerin üstündeki yazıları okuyacaksın. “Keçikıran” yazısını okuyunca, haber ver ona bineceğiz. Unutma, Keçikıran…

-Olur.

Mehmet Yalçın, geçen otobüsün yazısını okudu. Sonunda bulunca nasıl sevindi karı-koca. Keçikıran otobüsü gelip durakta durmuştu.

Keçikıran otobüsü, Ulus’tan Cebeci’ye, Şehitlik, Saimekadın, Mamak, Mamak-son durak… Otobüs oradan Samsun yoluna çıktı. 28. tümenin nizamiye kapısına gelince biletçi bağırdı.

-Mamak ziyaretçileri burada inecek…

Hacer Hanım’la kocası Mehmet de indiler. Mehmet inince sağ elini toprağa değdirdi. Parmakları elektriklendi. Yürüdüler. Kasketi hafiften yana kaykılmıştı. İki oğlunun ikisi de tutuklu, içerdeydiler.

Oğlanlardan biri TÖS dâvasından yatıyordu. Başsavcılık’taydı dosya daha. “Nasıl olsa af çıkacak, şimdi uğraşmasam da olur” diye mi düşünüyordu başsavcı acaba? Ziyaretten önce yapılan kontrola girdiler.

Çocuklardan biri yakalandığında Söke’deydi… Çoktandır uzaktı evden. Amma, yakalandığı haberi gelince, Hacer Hanım derin bir soluk aldı desek yeri.

-İçim rahat artık, dedi. Yakalandı ya yatsın içerde. Vurup ne edemezler artık… Ben ayaklarımı uzatır yatarım.

Analık bu kolay mı? Üzülüyor elbette amma, hiç değilse yüreği küt küt etmiyor, heyecanlanmıyor.

Okuması-yazması olmayan kişi nasıl anlar gazetelerden?

Hacer Hanım, alır gazeteyi eline, şööööyle bi bakar. Gazetede eğer, yakası yaldızlı bir asker resmi filân varsa, yanındakine sorar:

-Ne yazıyor burada?

-Şafak dâvasının duruşması olmuş, onu yazıyor.

-Hah, tamam işte. O yazıyı bana bi okuyuver gurban olayım...

Duruşmadan -duruşmaları henüz hiç izleyemedi- öylece haberi olur.

Çocuklardan biri geçen yıl öğretmen çıkacaktı. Biri daha da küçük.

Analar-babalar da öğrendiler Hanya'yı, Konya'yı.

Otobüste, dolmuşta konuşmalar:

-Sanayağı bulunmuyor yahu, bu ne iş?

-Ölsek, cenazemiz nasıl kalkar acaba? Zengin ölünce onun cenazesini de bizim ödediğimiz vergilerle kaldırıyorlar...

Kendi kendine bilinçlenme dedikleri bu mu ki?

Duruşmaları izlemek isteyenler, kadın-erkek çok sıkı bir arama- taramadan geçerler. Kadınları, kadın polisler arar. Bir ara, bu kadın polislerin aramaları insana cinnet verecek derecedeydi.

-Soyun...

-A, kızım nesine soyunayım. Kontrol edeceksen et işte. Göğüslerimi neden açıyorsun?

-Soyun efendim, ben öyle istiyorum...

Kadınlardan birinin göğsünde hafif bir sertlik bulmuştu kadın polis.

-Sütyenini çıkar.

-Evlâdım, ben ameliyat geçirdim. Müsaade et çıkarmıyayım.

-Çıkarın efendim, Allah Allah...

Sütyenini çıkardı kadının. Kadının memelerinden biri yoktu.

Bu, ruh hastası olduğu anlaşılan kadın polisler, hâlâ oralarda böyle aramalar yapıyor mu ki? Hâlâ orada böyleleri varsa, derhal uzaklaştırıl- malılar...

İsmet Paşa'nın öldüğünü, Korutürk'ün yanında parti liderleri hayli geç öğrendiler. Çünkü, toplantı başlarken kapıda yaverlere sıkı sıkı tembih edilmişti.

-Toplantı devam ederken, kimse rahatsız etmeyecek...

Onun için politikacı olarak, Paşa'nın öldüğünü MSP'den Oğuzhan Asiltürk öğrendi ilk. Çünkü o, içerde değildi. Dışardaki salonda, içerdeki Erbakan'ı bekliyordu. Toplantı bittikten sonra liderlere haber verilebildi. Korutürk, o zaman onları iki dakika saygı duruşuna çağırdı. Liderlerden biri de üstü kapalı, Paşa'nın ölümünü "toplantı bittikten sonra öğrendiklerim" açıkladı. Zaten daha önce öğrenseler, belki toplantı bu kadar da yapılamaz, konuşulamazdı öyle ya. Toplantının başlarında Korutürk, kendi düşüncelerini açıkladı. Petrol krizi, uluslararası ekonomik gelişmeler, Türkiye'yi de etkiliyordu. Türkiye'de bunun sorumlusu kimdi? Kim üstlenecekti, bu sorumluluğu? Korutürk açık açık sordu:

-Halktan bir yadırgama, bir bekleyiş başlamıştır. Bunun sorumlusu, başta ben olmak üzere hepimiziz...

Korutürk’ün toplantısı gerçekte bir "kırma, sarma toplantısı" niteliğindeydi. Klasikti. Liderler, partilerinin aldıkları oy sırasına göre oturtulmuşlardı. Ecevit, Korutürk'ün yanında, Feyzioğlu hayli uzağındaydı. Konuşma sıraları da ona uygundu.

Televizyonları olanlar, Süleyman Bey'in yüzünü çok bozuk buldular. Bir de söylenti çıkarmışlar, "Korutürk, Süleyman Bey'i azarlamış" diye Yok... Daha neler?                                                 

İnönü nün ölümü haberini Yeniortam'a yetiştirinceye kadar, ne heyecanlar geçirdik anlatamam. Uçakların inip inmeyeceği belli değil. Esenboğa sisten kapandı, kapanacak. Bir yandan uçak beklerken bir yandan İstanbul'dan gazete kalıplarını alan arkadaşlarımız araba ile yola çıktılar. Yalnız İnönü değil, Anadolu'ya gazete yetişmeyecek. Neyse, pilot alçak bulut tavanından bir yırtık gördü, alana süzülüp indi. Gazete kurtulmuştu. Gece 23.00'te basıp Anadolu'ya şevkettik. İstanbul'dan yola çıkan arkadaşlarımız sabaha karşı geldiler Ankara'ya.

Bürodan gece Cumhuriyet'teki arkadaşımız Fikret Otyam'la konuşuyoruz. O:              

-İhtiyar yine zamanında öldü. Bak, gazeteler yetişti...

Sabah gazetelere baktım. Bazı gazeteler kara başlıklarla çıkmışlardı. Bunların arasında yıllarca İnönü'ye şovenlerin de bulunduğunu görünce şaşıp kaldım. Şimdi Ecevit'e kızgın ya bunlar, Paşa'nın ölümü onları yaslara boğdu...

Keçikıran otobüsünde, dolmuşlarda neler konuşuluyor bakalım...

28 Aralık 1973