Yeter Hanım, "İçinizde Cumhuriyet Bayramı şeref tribününden izlemek isteyen var mı?" diye sordu. Ekledi:
-Ama, bir koşulu var, frak, smokin, yelek yahut koyu renk elbise zorunlu..
Bizden istekli kimse çıkmadı. Her kafadan bir ses çıkıyordu:
-Frakla, smokinle Cumhuriyet Bayramı'na mı gidilir? Halk gidebilir mi buralara?
-Çok kimse bayrama değil, Farah Diba'yı görmeye gider..
O eskidendi, ne yapsınlar şimdi görüp de. Şu Şah da hep bizim bayramlarımızda gelir, birinde de 19 Mayıs Bayramı'na gelmişti. Bizi çok seviyor, bayramlarımızı paylaşmak istiyor demek..
Konuşma bir çağrı kartından nereye geliyordu?
-Başka ne yazıyor davetiyede?
-Başka bir şey yazmıyor. Frak, smokin, yelek yahut koyu renk elbise. Benim de siyah tayyörüm yok..
-Ziya'ya haber verelim, o gider.
Kapıcı Ziya'ya seslenildi, o da böyle bir şey bekliyormuş sanki dünden.
-Giderim, dedi. "Gri elbisem var, koyu sayılır..." diye ekledi.
Ziya, Cumhuriyet Bayramı törenlerini büyüklerin yanından, onur sekisinden yani (şeref tribününden) izledi böylece. Çağrıyı nereye versem diye tasalanan Yeter Hanım da rahatladı. Yeter Hanım, "Mülkî Erkân" arasında olduğundan hep böyle bayramlarda, törenlerde çağrılır. O da "Ne yapsam, kimi bulup göndersem" diye tasalanır.
-Peki şimdi Ziya, büyüklerimizin yanında durunca tuhaf olmaz mı? Sen kimsin diye sorarlarsa?
-Herkes odacısını, kapıcısını gönderir merak etme...
Ziya'ya tembih edildi:
-Davetiyenin zarfını gösterme Ziya, içini göster. Yoksa almazlar...
-Olur...
Protokol Genel Müdürlüğü demek iyi düzenliyor bu işleri. Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş'le Danıştay Başkanı İsmail Hakkı Ülgen, neden protokolü, kendilerine ayrılan yerleri, protesto edip gitmiyorlardı törenlere? Gösterişten yana değildim, ama, yüksek mahkeme başkanlarına saygılı davranılsın isterim. Cenazeler Ankara'ya getirildiğinde Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş, protokolca "Sair Zevat" arasına konulmak istenmiş. Gitmemiş o da. Onlar, bu protokol işinde hukuka, yüksek mahkemelere bir saygısızlık, Anayasaya aykırılık gördükleri için katılmıyorlar törenlere...
Protokol Genel Müdürlüğü, hele Dışişleri Bakanlığı gerçekten gösterişten başka bir şey bilmezler mi? Cenazeler Ankara'ya gelince, büyükelçinin eşine çiçek verdiler de, şoför Talip Yener'in eşine kimse çiçek vermedi. Esenboğa'da herkes yarış eder gibi elçinin cenazesine koştu. Yeter Hanım'a sorarsanız asıl görevi başında ölen de Talip. Öldürüldüğü sırada da görev yapıyordu çünkü. Ekledi Yeter Hanım:
-Dışarıda da ne kadar çok dostumuz varmış Ekmekçi, İsmail Erez'le Talip Yener'in cenazelerini dört büyükelçi uğurladı. Yunan Elçisi korkusundan gelmiştir. Ötekiler, bazı sosyalist ülkelerin elçileri, o kadar. Cephe de onları dost saymıyor.
Üst üste yazıyorum, elçilerimizin böylesine dışarıda tavuk keser gibi öldürülmelerinin baş sorumlusu "Cephe Hükümeti'dir, istifası gerekir diyorum, pek kimse gelmiyor daha bu yaklaşıma...
-Canım, Alpaslan Türkeş gidip öldürmedi ya..
"Onlar öldürdü" demiyorum ki, bu ölümlerden sorumludurlar diyorum. Yurt içindeki faşizmden, kıyımdan sorumlu oldukları gibi, sorumludurlar... Neden bir başka ülkenin elçisi öldürülmüyor da bizimki öldürülüyor. Türkiye'de güçsüz hükümetler bulunmasının hiç mi rolü yok bunda?
Cephe, içinden içinden "Şu işi dışardaki Türk solcuları yapsaydı da, Türkiye'deki tüm profesörleri, yazarları Mamak'a doldursaydılar" diye geçirdi, bunu biliyorum. Bir Bakana sordum olaydan sonra!
-Şimdi, hükümet olarak ne yapacaksınız?
-Biz kararlıyız, biliyorsun pazarlığa falan da yanaşmayız..
-Ne pazarlığı, ne kararlılığı? Bakan kendini 12 Mart döneminde sandı ne bileyim. Pazarlık eden, kaçırıp “şunları şunları bırakmazsanız, konsolosu öldürürüz" diyen yok ki, Elrom olayında olduğu gibi. O olayda da hükümettekiler sorumluydular başta. Güçsüz oldukları için, suçsuzları yakalayıp, kıyım evlerine doldurmayı bir iş sandılar O sırada, konsolosun hükümeti İsrailliler "Ne yapalım olur böyle şeyler, ne istiyorlarsa verin" derken, bunlar Türkiye'nin tek sosyalist partisinin lideri Behice Boran’ı, onca profesörü, yazarı, çizeri içeri alıyorlar. Valilere balyozu, öğretmenlerin aydınların kafasına indirmeleri için buyruk üstüne buyruk salıyorlardı. Askeri mahkemeler aldıkları kararlarla yargıyı yaralıyorlardı..
Cephecilerden, Mc Carthyciler'den çok kimse kafasından geçirmiş midir?..
-Su Fransa da amma garip ülke. Hiç olmazsa Jean Paul Sartre’ı Mitterand'ı, Duverge'yi olsun içeri alamaz mıydı? Biz olacaktık ki...
Neden iki satırlık nota veremiyor, Fransa'ya Cephe Hükümeti bakalım? Avusturya'ya örneğin Yunanistan'a da nota vermediğimiz gibi, Amerikalılarla görüşmeye bile oturduk. Bu kadar güçsüz bir hükümet kalmamalı işbaşında. Hükümetsizlik bundan daha güçsüz yönetim olamaz...
★
Dışarda da içerde de güvenliği sağlayamıyan Cephe, neler yapıyor kendi yurttaşına, halkına?...
Partizanlıkların nerelere vardığını birkaç somut örnekle sergilemek istiyorum.
Çalışma Bakanlığı'nda, yurt dışına nasıl görevli memur yollanacağına ilişkin yönetmelik var. Yönetmelikte ufak tefek değişiklikler yapılarak, kitabına uydurulmakta dışarı göndermeler de.
Bakanlıktaki yaygın söylentiye göre, Bakanlığın müsteşar yardımcılarından Nuri Berberoğlugil, daha atama karar, çıkmadan Bruksel’de otelde yerini ayırttı mı? Bu kişi Ecevit Hükümeti zamanında Brüksel de "din görevlisi" idi. Cephe işbaşına gelince din görevlisini müsteşar yardımcısı yaptı. Şimdi Brüksel'e "Müşavir" olarak gidiyor. Dışarının tadını alınca da nedense hep dışarıda çalışmak istiyorlar. Birbirlerinin jürilerine adamlarını atıyorlar, sınavlarda.
-Seni jüriye atayacağım, sınavda beni kazandırırsın... Seni sonra oradan Paris'e gönderirim...
-Allah sizden razı olsun efendim, hay hay...
Paris'e gideceği söylenen de Nuri Berberoğlugil'in eski âmiri, eski Brüksel müşaviri Tıp Doktoru Doçent Turhan Akbulut... Doktor, altı yıldır işçi ataşesiydi...
Üç Kasım'da Çalışma Bakanlığı'nda dışarı yollanacaklar için sınavlar var ama herkes nereden biliyor sınav sonuçlarını? Konuşmalar geçiyor koridorlarda!
-Nuri Berberoğlugil'in kayınbiraderi Cenevre'ye atanıyormuş, kayınpederi Konya MSP örgütünde görevli Mehmet Ali İnal da yine Cenevre'ye ateşe olacakmış..
-Yok devenin pabucu, çiftlik mi burası?
-Daha var, Mehmet Tengerli de sınavı kazanıp, Bonn'a gidecek...
Bakanlıkta 3 Kasım'da dil sınavları yapılacak ya, ilk kez yabancı diller arasına Arapça da kondu. Osmanlıca kırması uydurum Arapça'dan biraz çaktın mı, örneğin Bonn'a ateşe olabileceksin belki de. Söylentilere göre, başka adaylar da var gidecekler arasında Sabahattin Karadeniz, Kaya Ülgener, İsmet Çomoğlu.. Sonuncusu MHP eğilimli ve de Halil Tunç'un has adamı... Sayın Korutürk'e de imzalatacaklar kararnameleri ne bileyim?.
Bakanlıkta bayan memur kıyımı hızlandı mı alabildiğine? Genç, bekâr bayan memurları Sivas'a, Konya'ya, Diyarbakır'a sürüyorlar. Yerlerine sıkmabaş örtülü Enstitü mezunlarını alıyorlar. "Bayan memur odaları" düzenleniyor, haremlik, selâmlık gibi. Erkeklerin bulundukları odalarda kadınlar namaz kılamıyorlarmış, yatıp kalkamıyorlarmış da...
Cumhuriyet'in 52. yıl törenleri yapıldı önceki gün. Mustafa Kemal'in cumhuriyeti üstünden 52 yıl geçmiş, dün gibi. Hey Mustafa Kemal hey...
(31 Ekim 1975)