"Volta"yı bilirsiniz, sözlük ne der bakmadım ya, adımlamak, yürümek, hattâ durmamacasına yürümek demek. Volta bir mapusane deyimidir. Daha çok erkek mahkûmlar ya da tutuklular, can sıkıntısını gidermek için "volta" atarlar ki, geçsin vakit. Hızlı hızlı yürürler volta atanlar. Sivil cezaevlerinin avluları açık olanlardan seyredin bir, elleri arkasında, parmakları arasında teşbih hızlı hızlı gidip gelen adamları görürsünüz. Çocukluğumda ilçemizin cezaevi avlusunda uzun uzun onları seyreder, hızlı hızlı adımlarının nedenini bir türlü anlıyamazdım. Kafalarından geçenlere ayak uydurabilmek için miydi ki?
"Adî" değil, "siyasî" tutuklu ya da mahkûmlar da -erkekleri- voltayı hızlı atıyorlar. Profesörler, asistanlar genç genç gençler, başlarda voltayı pek becerememişlerdir ne bileyim? İnsan kafese konunca şaşırır çok şeyi. Amma, fırsat verildiği ilk anda öğrenilen -içgüdüsel bir şey mi- bu voltadır belki.
Kızlar kadınlar, erkekler gibi volta atmazlar. Onlar daha bir salına salına yürürler. Dışarda öyle değil amma değil mi? Kızılay'da gördükleriniz nasıl çabuk çabuk yürürler. Tutukevlerinde, cezaevlerinde öyle değil. Bazı birbirlerine destek arar gibi yaslanmışlardır ne bileyim? Bunları böyle bir yerlerde göremezsiniz. İkili, üçlü gezenleri vardır. Havalandırmaya çıkarıldıkları avlunun uzunluğunca -salınarak- volta atarlar. Uzaklara, bahçelerin ağaçlıkların ötesine bakarlar zaman zaman dalarak. Sevdikleri sevenleri, anaları babaları, kocaları uzaklardadır. Genç yaşlarında işte böyle "mapusaneciliği" öğrenmişlerdir, öğretilmektedir.
Son günlerde renk renk giysiler giymeğe başladılar. Ucuz köylü basmaları istediler annelerinden. İlk kim getirdi mahpusaneye bu modayı? Uzun köylü basmaları nasıl da yakışmıştır? Rahat da oluyor, kalın beton duvarların içinde üşütmüyor. Havalandırmaya çıktıklarında avlu, lâle bahçesine döner mi sizce? Ayaklarda öyle yüksek topuk arama. Ya şipidik terlik, olmadı tokyo, ya da mahkemeye gide gele yıpranmış, topukları aşınmış iskarpin...
Çoraplar, çokça yün olmalı, sıcak tutmalı ayağı. O da topuktan azı-
cık yukardadır efendim. Ülkeyi yönetiyorum diyenler, size sizin kızlarınızı anlatıyorum. Hani bir lâf söylenir, "oku da kurtar kendini kızım ya da oğlum" diye. Yetmemiş kitaplar, okumalar işte, anlıyor musunuz, görüyor musunuz?
Süleyman Bey nasıl da uyuttu hepimizi. Adam çobanlık yaptı çocukluğunda diye, ulusu da öylece güdecekmiş demek? Ne anlar Süleyman Bey kızların volta atmasından... düşünebilir mi hiç Feyzioğlu bey, televizyonlarda jurnal üstüne jurnal ettiği kadının attığı voltaları?
Kadın-erkek eşitliği galiba Türkiye'de "kıyım"da var. Volta atmada var amma, o da birbirine benzemiyor ne haber? Kıyılan öğretmene "bu genç kızdır, yazıktır, biz daha Orta Çağ karanlığından kurtulamamışız. Analar babalar bunları nasıl yetiştirip, eğiteceğiz diye çırpınmışlardır. Onların gülle dokunamadıklarına biz nasıl kıyabiliriz?" diyorlar mı? Yoo- oooo... taaaaa, Halide Edip'ten beri "vurun kahpeye" öyle ya.
Cevaevlerinde zordur yaşama. Erkeklerimiz dayanıklıdır bizim deriz ya, ya kadınlarımız, kızlarımız. Ceza ile eğitim uygarlık defterinde var mıdır? Copla eğitimi hangi kitap yazar?
Bir genel af, asıl ne için gerekli biliyor musunuz? Bir ülkeyi yönetemeyip, ağzına yüzüne bulaştırıp, aydınını, kadınını, kızını, gencini, yaşlısını bu durumlarda bırakanlar için. Amma onların bunu da anladıkları yok. Yok işte...
19 Haziran 1973