Ben Eda'nın annesi... diye tanıttı kendini genç bayan. Hiç bilmez olur muyum? Babası, Selimiye'de, cezaevindeydi Eda'nın o zamanlar.
- Eda'nın babası çıktı mı? Nerede? Eda nerede?
- Şimdi geliyor o da. Eda'yı babaannesinde bıraktık. Çok küçük, belki yola dayanamaz, dedik.
Sonra Eda'nın babasıyla da tanıştım.
- Ben içerdeyken mektup yazmış karım size...
- Tabiî hatırlıyorum. Geçmiş olsun, sizler de çıktınız demek.
Kuşkuyla ürkerek sordum babaya:
- Mektupta ad açıklamamıştım, bildiler mi?
- Evet. Kızı Eda olan kim var diye arayıp bulmuşlar. Fakat önemi yok farketmez.
Selimiye'den Ören'e gelmişlerdi. İki arkadaş, eşleri... Dörtbin beşyüz lira aylıkla bir yer tuttular. Genç yaşta emekliye de ayırmışlardı. Ben hesabını yapıyordum: Ne zorluklarla tatile çıkmışlardı kimbilir...
Kumda, güneş altında konuştuk, birkaç kez. Belki yine görürüm onları.
Geceleri sayıklıyormuş başlarda. Bağırarak, acılardan kıvranarak. Eşi uyandırıyormuş hemen:
- Birşey yok, evindesin...
Dalıyorum yine.
Kumdan kümeler yapıyordu, yattığı yerde...
- Anayasa Mahkemesi kararı güzel oldu değil mi?
- Çooook...
Anayasa Mahkemesi'nin güzel kararı üzerine, içerden çıkanların çoğu soluğu doğanın güzelliklerinde almışlardı.
Karardan sonra, Prof.Sadun Aren'in eşiyle konuşuyorduk:
- Biz Ören'e gidiyoruz, siz de oraya gelin...
- Ören daha serin olur. Sadun sıcağı sever. Herhalde biz Bodrum'a gideriz...
Arenler Bodrum'a gitmişlerdi gerçekten. Bodrum'da Kıbrıs Çıkartması günü, kaymakam tüm turistleri -aldığı bir yanlış haber sonucu olacak- dağa çıkarmasaydı, tatil belki daha da güzel geçecekti.
★
1970'den beri ikinci kez izin yapıyordum. Birincisi 75 gün süren bir zorunlu izindi. Erim Hükümetiydi işbaşında o zaman. Çalıştığım yere baskılar yapılmış uzaklaştırılmam istenmişti. İşyeri, başlarda hiç değilse unutturmak için -bence iyi niyetle- "Git evinde otur, yazı yazma" demişti. İzin sonunda da ayrılmıştım oradan artık. Yeniortam çıkalıberi ilk kez iznim şimdi...
Ören'de bir hafta on gün kadar, henüz yazlığına gelmemiş bir dost evinde kaldık. Sonra ev sahiplerinin geleceği güne yakın orayı boşaltıp, Ören yakınında bir köy malı olan “Araş Motel"e geçtik. Evde gerçekten çok rahattık. Ayrılış günü her yer temizlendi, yıkandı...
- Bu tabak bizim... Bu, Kâmil Beylerin...
Az sonra Eylem, parmakları üstünde, bir sinek ölüsü ile geldi:
- Babacığım, bu bizim sineğimiz mi?
Çevirmen Atillâ Tokatlı, Eleştirmen Asım Bezirci, Ozan Tahsin Saraç, Kaya Öztaç, Aziz Nesin'in eşi Meral Nesin oradaydılar. Biz Ankara'ya döndüğümüzde Fakir Baykurtlar gitmeye hazırlanıyorlardı Ören'e.
Gittiğimiz her yerde Yeniortam okurlarının ilgisiyle karşılaşıyorduk. Bakkaldan gelirken, Eylem'i Özlem'i görenler söz atıyorlardı:
- Eylem, abla olmak istiyor mu artık...
Kıbrıs'taki Cenevre'deki başarı Ecevit'i sevenleri uçuruyordu neredeyse. AP'lilerin ağızlarını bıçak açmıyordu. Kahvelerde, köşelerde kendi kendilerine fısıltılarla konuşur oldular sonra sonra.
Soranlar oluyordu:
- Bir seçim yapılsa Ecevit tek başına gelir değil mi, kesenkes gelir...
Bir Alman profesörü, Ecevit'i Nobel'in Barış Ödülü için en güçlü adayıdır diyesiymiş, öyle mi? Valla ben olsam ona verirdim ödülü...
Politikacı Turan Güneş'i, Cenevre'deki başarısından ötürü kutlamak gerek. Esprileriyle, Türklerin asık yüzlü olmadıklarını da göstermiş kötü mü?
Ankaya'ya gelince daha Kızılay caddelerinde kulaklarım doldu söylentilerden:
- MSP'liler dikleşiyorlarmış. CHP ile MSP arasında somut görüş ayrılıkları varmış...
- Vallahi ne olursa olsun vız gelir tırıs gider...
★
Bir yandan dinlenirken, bir yandan halktaki uyanışı, bilinçlenmeyi görmeye, yakalamaya çalışıyorum.
İçerden çıkanlar, yıllar yılı bunca acıyı çeke çeke, göre göre geçmiş olaylardan ders ala ala kendilerinden bilinçleniyorlar mı? Aydınlar, gençler işçilere, köylülere halka yaklaşabiliyorlar, yanlarına varabiliyorlar mı? Her demokratik gelişim bilinçlenmeyi hızlandıracak niteliktedir kuşkusuz.
Birini anlattılar. O da içerden çıkmıştı, ama okuması ya var ya yoktu. Mapushane arkadaşlarının çoğu gençler, aydınlardı. Başlarda konuşmalarına ısınamamıştı belki de. Konuşmaları, kendi argosuna hiç mi hiç uymuyordu. Amerika'daki Nixon-CIA dengesini, dünyadaki yeni oluşumları dinledi onlardan. Yeni yeni kavramlar, sözcükler argo sözcüklerle dolu kafasında birbirlerine vuruyorlardı. Burjuvanın ne demek olduğunu, kime dendiğini öğrendi. Af çıktı, o da çıktı. Konuşma biçimine en çok eski arkadaşları şaşıyorlardı:
- Boş ver tatava burjuvayı...
Bir beğeniyle, saygıyla dinliyorlardı. İçerde boşa yatmamıştı demek. Yooo, yanlış anlaşılmasın. 141-142'den yatmadı o.
(3 Ağustos 1974)