Türkiye'de kamuoyu, sorunlara en yakından bakan bir gelişme içinde mi ne? Vatandaş, kılçıklı dış politika konusunu, üsler sorununu köşede kıyıda, kahvede konuşuyor, işte.
NATO'dan çıkmasak da...
Evet...
NATO’nun içinde çoğalsak, NATO'yu ele geçirsek ha?
Sosyalist Portekiz NATO'nun içinde değil mi? Onlar çıkmak istemiyorlar. NATO, Portekiz'i istemiyor içinde belli. NATO üyesi ülkelerin çoğunda komünist, sosyalist partiler var. Bazılarında bunlar iktidarda...
Amerika, bunların NATO'da kalmalarını ister mi? Niye istesin? Ama, bunlar NATO'dan da çıkmak istemiyorlar. Hele, dur bakalım...
Amerika, ambargo kararı ile Türkiye'yi silahsızlanmaya itmekte, sokaktaki, balkondaki vatandaşın apaçık aklına gelen bu. Mutfakta yemeğini pişiren kadın, daktilo yazan küçük memur, ders veren öğretmen, dişlinin önündeki işçi, ne kadar işimi yapıyorum dese, kafası bunlarla dolu.
Kissinger'i yuhaladıkları için mahkemelere verilenler olurdu Türkiye'de. Bugün gelse Kissinger, yine yuhalanır ve onlar kolay mahkemelere verilemezler.
Süleyman Bey, ne yapacağını, ne edeceğini şaşırırken bir yandan da Amerika'ya içerliyor. Bu yapılacak şey miydi yani?
Geçmişte bir kez de böylesine kalleşliği Morrison şirketinden görmüştü. 1965'lerdeydi. Süleyman Bey Başbakan oldu diye koşuşmuşlar- dı Başbakanlığa. Süleyman Bey kovmuştu, eski işverenin adamlarını. Menderes'in Dünya Bankası'nın adamlarını kovduğu gibi kovmuştu.
AP içinde sinirli hava, çoktan kendini göstermeye başlamıştı.
Ne yapalım yani, ille de Ecevit'i mi hükümete getirelim?
Siz bilirsiniz.
Süleyman Bey'in koltuğu koltuk değil dikenli bir çalıydı sanki.
Hükümet bunalımını başlatsa, MSP gidecek değildi ki.
MHP başbuğu Alpaslan Türkeş'in hastalığı saklı mı tutuluyordu? Aslında Süleyman Bey, en çok ona kızıyordu.
Peki, hastalığı ağırsa yerine kim gelirdi acaba?
Seçimlerde, öğretmenler, imamlar, gençler, işçiler etkin olmaktaydılar. AP nin ise bunların hiçbirinden ötekiler kadar yararlanma olanağı yoktu gibi bir şey. Türkeş'çi, Erbakan'cı öğretmen de, genç de vardı. Süleyman'a kim vardı?
AP ile MSP arasındaki birkaç günlük söz düellosu, sokaktaki vatandaşta, şu izi bıraktı:
Dal çatırdıyor mu acaba?
Bunu, ilk CHP-MSP ortaklığını bozarken Ecevit söylemişti. "Dal çatırdıyor" demişti. Şimdiki de buna benzer bir havayı aldı, demeçleri okuyup değerlendirenler.
Cephe'nin kuruluş günlerini gözönüne getirenler, ortakların daha bunu bozacak kerteye gelmedikleri kanısında. Ecevit'in teknokrat danışmanlarından Dr. Erhan Karaesmen'in bazı siyasi çevrelerde pek tutulan bir benzetmesini anımsadım. Erhan Karaesmen, ODTÜ eski öğretim üyelerindendir. Şimdi de çeşitli yüksek öğrenim kurumlarında ders vermektedir. Şöyle demişti Karaesmen:
Dört adam, sarp, yamaçlı bir vadinin üstünden geçen bir teleferik hattına can havliyle yetişerek tek elle tutunmuşlardı. Vadinin iniş kısmı bitti, kabin tam uçurumun üzerinde, tek bir tutamağa dört kişi birden tek elle tutundukları için kolları yoruldu. Ama, aşağı bakıp uçurumun derinliğini gördükçe yine can havliyle sarılmaktan başka yol bulamıyorlardı. Vadinin çıkış yamacına varıp da, kolları da adamakıllı yorulunca teker teker ya da hep birden aşağı düşecekler. Şimdiyse, uçurumun en derin yerinde Senato seçimleri var. Sonra yeni bütçeydi, tütün üreticisine taban fiyatıydı, gibi büyük vartalar geliyor. O zaman kol adamakıllı yorulacak, o zamana kadar, ne kadar ağız kavgası yapsalar da, Cephe'yi bozamayacaklardır.
Adamlardan birinin, Turhan Bey'in kolu şimdiden yorulduğu için Süleyman Bey'in iri gövdesine sarılıp yola devam ediyor.
Bu arada uçurumun üstünde, Necmeddin Bey'le Süleyman Bey ağız kavgası yapıyorlar...
(12 Ağustos 1975)