Püf Noktası...

Birkaç yıl önce, Kıbrıs'ta bayraktar olan bir Türk subayı, bir gün Kıb­rıs'ta faşist yönetime karşı kavga veren solcu Rumların liderine haber gönderdi:

-   Başları sıkıştığı zaman, bize gelip sığınabilirler. Kapım onlara açık­tır.

Solcu Kıbrıs Rumları, doğrusu bundan çok hoşlandılar. Kıbrıs'ta ezi­len Türkler kadar kendileri de ezilmekteydiler. Bayraktar albaya haber gönderip kendisini bir uygun zamanda kahve içmeğe de çağırdılar, bayraktar gitmedi ama, solculara böylesine haber yolladığı için başına işler de gelmedi değil. Azından sorgu sual açıldı hakkında. Sordular:

-    Kıbrıs'ta solcu Rumlarla işbirliği yapmak istemişsin?

-    Yani ne yapsaydım, faşistlerle mi işbirliği yapsaydım?

Neyse, bayraktar albay yakasını kurtarır sorgulardan sonra.

Samson, Makarios'a darbe yaptıktan sonra, ilk elde solcu temizliği­ne girişti. Solcular ve Makariosçular, Samson'a karşı çetin kavga ver­mişlerdir. Samson ergeç yıkılmaya mahkûmdu...

Bundan dolayı ki Türkiye, Türk politikacıları Kıbrıs'a yapılan girişime "barış harekâtı" dediler. Faşizme karşı demokrasiden yana güçlerin bir destekçisi durumundaydılar. Fakat, Rum faşistleri Türkiye'nin, faşizmi yıkmak için giriştiği bu davranışı kullanmaktaydılar. Yani, onlara göre Türkiye bir yabancı ülke olarak, Kıbrıs'ı işgal etmişti. Elbette, faşistler pek çok şeyden, bahaneden yararlanmak isteyecekler, bahaneleriyle daha önce de ezilmekte olan bölgeler içinde kalmış Türkleri ve Rum solcuları ezmek isteyeceklerdir. Gerçekten Kıbrıs'ta Türkler ile Rum sol­cular uzun bir zaman birbirlerine destek olarak yaşayabilmişlerdir. Fa­şistler, solcu Rumların çoğunlukta olduğu köylerde Türklere fazla bir şey yapamamışlardır.

O zamanlar, Yeniortam'a gizli gizli yollanabilen mektuplara göre, Kıbrıs Türkleri de oradaki Türk yönetiminden yakınmaktaydılar. Bunu "Ankara Notları"nda kaç kez yazdım. Aydınların kitapları toplatılmakta, yazıp çizenler, konuşanlar hapislere atılmaktaydılar. Unutmamışsınızdır, Kıbrıs'ta Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin bir lideri vardı. Adı, Ahmet Mithat Berberoğlu idi. Türk yöneticilerinin içeri attırdıkları bu kişi, cezae­vinden çıkar çıkmaz soluğu Ankara'da almış, CHP Genel Başkanı Bü­lent Ecevit'le görüşmüştü. AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile gö­rüşme olanağı bulamamıştı sanıyorum. Bugünlerde susması, "şu anda geçmişi unutalım, olayların altına kalın bir çizgi çekelim" diye düşündü­ğü için midir acaba? Belki...

Şimdi "işin püf noktası" dediğim yerine geliyorum. Türkiye, Kıbrıs'ın bağımsızlığına dokunmadan burada demokratik bir düzenin kurulma­sından yanadır. Federatif bir Kıbrıs Cumhuriyeti, hiçbir toplumun birbiri­ni ezmeyeceği bir düzen... Bunu sağlayıp çekilecek Türkiye, Kıbrıs'tan. Çıkarmalarda durmasını bilen Türkiye, zamanı geldiğinde oradan çekil­mesini de bilecek. Türkiye'yi bir saldırgan, istilâcı görme eğiliminde olanlar yanıldıklarını anlayacaklar bir daha. Biliyorum o zaman, hattâ Şimdi şovence isterlerle kıvrananlar, "efendim ne olur yani, çıkmışken tümünü istilâ ediverelim" diyenler ateş püskürecek, bilmez miyim?

Bu her şeyden önce ekonomik zorunluluktur. Çıkarma ve çizgi çek­me hareketi Türkiye'ye, giden kayıplardan başka, beş milyara mal ol­muştur. Sürekli orada asker bulundurmak, Türkiye'ye bir şey getirme­yecek, fakat çok şeyi götürecektir.

Kıbrıs'ta kurulacak düzende, Türkler içinde, arasında da demokratik organların, siyasal partilerin öyle tek parti filân değil, çok partili bir bi­çimde yaşatılması, iktidarın seçimlerle işbaşına gelip işbaşından gitme­si gerekir. Bunu kuramazsak, asıl o zaman dökülen kanlara, bunca emek ve çabaya yazık olacaktır. Sol partiler, orta sol partiler olacaktır örneğin, bu yerleştirilecektir. Dünya düzeninde Rumlar arasında da bu olacak. Örneğin Rum, kendi soydaşına işkence etmeyince, etmezse Türk'e de etmez. Ama, üç yaşındaki Türk çocuğunun karnına kırk mer­mi dolduracak kadar canavarlaşan faşist, kendi yandaşı Rum'u da kur­şuna dizer. Elçilik binası yakar, elçi öldürür...

Fransa'nın, ateşi körüklemek için Yunanistan'a silâh satmasını ya­dırgamadım. Kimse yadırgamadı. Fransa'nın başında Giscard d'Estaing yerine. Mitterand gibi bir solcu olsaydı durum nasıl ters olurdu bir dü­şündünüz mü? Kişiliksiz Fransız yönetimi, işte böyle söz ettiriyor ken­dinden dünya basınında. Yunanistan'ın silâhlanmasını ırgaladığı yok kimsenin. Herhalde bir de durduğu yerde adalardan olmak istemez, ne bileyim.

Ecevit -Ecevit diyorum, çünkü CHP ortağı hükümet kanadının za­man zaman Ecevit gibi düşünmediğini de iyi biliyorum. Ecevit'in MSP'li ortaklarını yer yer ağır biçimde uyarageldiğini de- Kıbrıs harekâtını bir barış harekâtı olarak açıkladığında, Türkiye'de bütün ilerici güçler ken­disini destekledi. Bu destek, bir çeşit 14 Ekim'de yapılan desteğin ben­zeriydi. Ecevit'in bu desteğe ihtiyacı vardı ve hâlâ vardır. Ecevit'in de verdiği sözlerde durduğunu, duracağını çeşitli kereler gördük. Bunun en canlı örneklerinden biri af konusuydu. Yanlış mı? Hükümet içinde sı­kıntılar vardır, ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Fakat, kendisini destekleyenlerin desteği, halkın sevgisi sürdükçe başarısızlık sözkonusu olmayacaktır.

Her geçen gün, Kıbrıs'tan yeni zulüm ve canavarlık haberleri almak­tayız. Olayları izlemeye giden gazeteci arkadaşlarımız kayıptırlar. Hükü­met Sözcüsü Orhan Birgit, Kıbrıs'ta faşist Rumların yaptıklarını İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Alınanlarının yaptıklarına benzetti. Kıbrıs'ta fa­şizmin kaynağı EOKA-B örgütüdür. Yunanistan'da cunta ve cunta yanlı­larıdır. Fransa'da Mitterand'ı kıl payı geçerek iktidara gelen Giscard d'Estaing'dir.

Türkiye'de iktidardaki solun sorumlusu Karaoğlan, faşizme en ağır yumruğu indirdi Kıbrıs harekâtıyla. Başaramasaydı ne olacaktı bir düşü­nür müsünüz? Ama başarmıştır. Çünkü zafer her zaman eninde, so­nunda barıştan ve demokrasiden yana olanların olmuştur.

(22 Ağustos 1974)