Eskişehir İTİA’daki akrabalar zincirine yine eksikler olmuş. Ankara'ya, Yeniortam Bürosu'na uğrayan zincire bir halka ekleyip öyle gidiyor. Okurlar, bağışlasınlar da artık geçmiş sayıları bularak akraba zincirini tamamlasınlar, yeni yazacaklarımla:
Dr. Cüneyt Binatlı, Eskişehir İTİA Hukuk Kürsüsü Başkanı ve Bursa ITIA Reisi Prof. Yusuf Ziya Binatlı'nın oğlu... Asistan Sinan Bozok, Eskişehir ITlA'da beş yıl öğretim görevlisi olarak çalışan Osman Bozok'un oğlu. (Sınan Bozok'un, Orhan Oğuz'un damadı olması bekleniyormuş). Asistan Rıfat Üstün, AP Eskişehir Milletvekili Ethem Güngör'ün akrabası, Asistan Celâl Kepekçi, Hukuk Kürsüsü Doçentlerinden Sinan Gözen'in askerlik arkadaşı...
Akrabalık, arkadaşlık Eskişehir'de de kalmayıp zaman zaman başka illere de atlıyor. Örneğin, Bursa İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Asistanı Sabri Astarlıoğlu, Prof. Orhan Oğuz'un Akademi Başkanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı sırasında makam şoförü, Asistan Tuğrul Dirimtekin Bursa İTİA ilk "Reisi" ve halen Eskişehir İTİA Reisi Prof. Dr. Halil Dirimtekin'in yeğeni...
Eskişehir de belki hâlâ söyleniyordur, "Bu öğrenciler niye boykota gidiyorlar, işleri yok mu allahaşkına?" diye. Akrabalar zincirinden dolaylı haberler de geliyor zaman zaman, açıklama ne yapmak istiyorlarmış Ne güzel? Açıklama yapılmalı ki, eksiklerimi bileyim ben de. Akrabası deyip geçiyoruz, ama ne? Amca mı, yeğen mi, bacanak mı herhalde açıklamalar da bunlar da açıklığa kavuşur, öğreniriz kötü mü?
★
Anlaşılmakta ki, "Komando kafa" ile olaylara çözüm getirmek, huzur sağlama olanağı yoktur. Önce faşist düşünce biçimini kafalardan silkip atmak gereklidir. Özgür düşünceye, silâhsız saldırısız tartışmaya yanaşmak istemeyenlerden hangi çözümü bekleyecektiniz.
Bir Elâzığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi vardır. Öğrencileri kasım ayından beri boykottadır. Koskoca hükümet, bakanlık ortada da, kasım'dan beri bu öğrenciler ne istiyor diyen yok. Komando eğilimli öğretim üyeleri koridolarda ellerinde zincirle dolaşır, devrimci Atatürkçü öğrenci avındadırlar. Elâzığ'a yollanan asistanlar yeterli değildir. Oraya öğretim üyesi olarak gitmiş, güvendiğim kişilerden de dinledim bunu, salt öğrencilerden dinlediğim için yazmıyorum, nerdeyse öğrenciler, kendilerini okutacak öğretim üyesini bulmaya çıkmışlardır. Yıllardır akademide, akademik kariyeri olmayan kişiler ders vermekte. Adı görünen öğretim üyesi, belki de Elâzığ'a gitmeden oturduğu yerde ya Ankara ya İstanbul'da para almakta. Enayi mi o da, niye gitsin yani Elâzığ’a. Onbeş günde bir uçakla İstanbul'dan Elâzığ'a ders vermeye giden hoca, ne okutur allahaşkına? Ne akademi başkanı, ne bölüm başkanları, ne öğretim üyeleri "tam zamanlı" çalışır. Bunu da öğrenciler istiyorlar, "Bizi okutan hocaların yüzlerini görelim bari" derler.
Öğrenciler üç günde bir Ankaralara gelip, bakanla, başbakanla, parlamenterlerle görüşmeye uğraşırlar. Yönetmelikle ilgili, sınıf ya da ders geçmeyle ilgili düğümlenmiş kalmış sorunları vardır. Kimse kulak vermez. Senatör Celâl Ertuğ'u bulurlar, ona anlatırlar neleri varsa...
Burası bir Mühendislik ve Mimarlık Akademisi'dir. Burayı bitirecek çocuklar, yurdun köprülerini, konutlarını yapacaklardır. Bağırmaktalar, "Biz yetişmiyoruz, bizi yetiştirmiyorlar, kaytarıyorlar" diye. Yurdunu bu gençlerden daha çok seven var mıdır?
★
1965 seçimleri öncesindeydi. İstanbul'da, Gültepe'de TİP'in düzenlediği bir toplantıyı faşistler basmışlar, olaylar çıkarmışlardı. O zaman TİP toplantısını basanlar arasında iki Askerî Tıbbiye öğrencisi de vardı. Bunlardan biri, sonraları çok ünlü bir kişi oldu: Dr. Yüzbaşı Metin Denli, adı 12 Mart sonrasında, tutuklulara bir doktor gibi değil, bir işkenceci gibi davrananlar arasında sık sık geçti. Kamuoyu bunları unutmadı sanıyorum.
Yenilerde, askerî tıp öğrencileri arasına faşizan eğilimli kişilerin sızmakta olduğunu gazete haberlerinde okuyoruz. Bu öğrencilerden "devrimci" tanınanların 10-15 kadarı, sessiz sessiz 12 Mart sonrasında da okuldan uzaklaştırıldı. 25 kişinin saldırısına uğrayan Orhan Feyzi Özcan adındaki genç, daha geçen ay okuldan atıldı. Hem saldırıya uğruyor, hem yapılan ihbarlar sonucu "solcu" görülüyordu. Ne deniyordu, ihbarlarda? "Efendim, komutanlara ağır sözler söyledi, işte tanıkları..." Tanıklar, gözü sürmeli dediği türdendi halkın. 17 Ocak ile 20 Ocak arasında, geçen haftalar içinde yani, çıkan olaylarda beş öğrenci Mamak'a götürüldü. İkisi serbest bırakıldı, üçü hâlâ orada. Askerî Tıbbiye öğrencileri, sivil öğrencilerle birlikte ders yaparlar Tıp Fakültesi'nde. Fakat yurtları ayrıdır. Onlar orada askerlik kuralları içinde yaşarlar derslerden sonra...
Geçen hafta pazartesi günü, dışarıdan gelen sivil komandolar Tıp Fakültesi'nin kantinini basıp, bazı öğrencileri yaraladılar ama, arada asker öğrencileri de payanda olarak kullanmak istediler. İşin içine askerî öğrenci de karıştı mı, polis karışamıyor orada. Belli ki, faşizan güçler, ordu mensubu kişileri de amaçları için kullanmak istemekte ve bunu zaman zaman başarmaktalar. Yurdun müdürü durumunda olan İskender Akbaba, kendisinden ve görevinden beklenen yerine, dışardan gelen -dışardan dediğim örneğin Site Yurdu'ndan, şuradan buradan- komando özentilerinin oyunlarının uygulayıcısı durumundan çıkamamaktır. Yetkililerin, buna derhal el koymaları öğrenci yuvasını komanda oyuncağı durumuna getiren Akbaba'ya gereken uyarıyı yapmaları gerekir. Yoksa, -sonra Ekmekçi zamanında söylemişti dersiniz- iş işten geçmiş olur.
12 Mart'tan sonra öğrencilere yasa dışı uygulamalar alıp yürümüştür bana anlatıldığına göre. Öğrencilerin dolaplarının çift anahtarı vardır. Bu anahtarlardan biri yöneticilerde bulunur ve öğrencinin dolabı, her istendiğinde karıştırılabilir. Bu çift anahtar sistemi bir kez Anayasaya aykırıdır. Öğrencilerin mektupları açıldıktan sonra verilmektedir. Bu "ermektubu"mu ki, açılıp okunup veriliyor? Bu uygulamalar son bulmalı, ama herşeyden önce, bir meslek adamı da olsalar, orduya girecek insanlar arasına "komandoculuk", "bölücülük" sokulmamalıdır. Bunlar tehlikeli ilişkilerdir.
Tıp Fakültesi'nde de "komando" eğilimli öğretim üyeleri vardır. Örneğin, Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsü Profesörü Kaplan Arınç, Tıp Fakültesi kantininin basıldığı gün, olaya karışan askerî öğrencileri derste olmadıkları halde dersteymiş gibi gösterebildi. Neden? Yazdıklarım belki ufak tefek, gazete köşelerinde, şurada burada görüp geçiverdiğiniz olaylar gibi. Ama, bence öyle değil. Bilmem yetkililer, yöneticiler nasıl değerlerdirirler bunları?
Ben de biliyorum, faşizmin güçsüz olduğunu, yaptıklarının gösterişten başka birşey olmadığını, Sinek de küçük ama, yerinde mide bulandırır işte. Böyle...
(28 Ocak 1975)