12 Mart'tan bir ay kadar sonra, bir toplantıda Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'a sormuşlardı:
-Paşam, niye muhtıra verdiniz? Bir sıkıyönetim ilân ederdiniz, istediğinizi yapardınız.
Karşılık vermişti Tağmaç, şöyle:
-Enayi miyiz biz, sıkıyönetim ilân edip AP ile birlikte görünelim?
Tağmaç, böyle dedi ama, 12 Mart Muhtırasından sonra tüm yaptıklarıyla AP'nin ekmeğine yağ sürdü. Nasıl başlarlarsa başlasınlar sonu oraya varıyordu nedense. Hükümet AP'de değildi ama, iktidar AP'nin eline geçecekti. Süleyman Bey'in bu işleri iyi bilmediğini kim söylüyor? Politikacıların dümenine ve düzenine girenler, eninde sonunda koşullanırlar oraya, niteliklerini de değiştirirler.
Bu kez de -askerler uysalar- sıkıyönetim ilân edildi, ediliyordu. Ancak, hükümet kanadından gelen önerilere askerler açıkça "hayır" dediler.
Sıkıyönetim, MHP, CGP hattâ AP "Evet" demekteydi. Öneri bunlardan birinden gelmişti, belki de birkaçından, MSP direndi ortaklardan sıkıyönetime. MSP de sıkıyönetimin kendisi için ne anlama geleceğini taaa Millî Nizam Partisi döneminden bilmeliydi. Sıkıyönetim, CGP ile MHP’nin sırtında kaldı. AP'liler, özellikle Türkiye'nin bazı illerinde milletvekillerinin çoğunun "sıkıyönetim" istemiyeceğini, bunların hemen CHP’ye kayacaklarını çok iyi bilmekteydi. AP'den bazı milletvekillerinin sıkıyönetime karşı olmaları, Meclisler'den sıkıyönetimin geçmemesi demektir. AP, orta yerde kalmaktansa, MSP'nin yanında yer almayı yeğledi
CHP ise, öteden beri asker kanatlarından haber almakta, askerlerin Sıkıyönetimden yana olmadığını bilmekteydi. Marmara köşkünde yapılan "Devlet brifingi"nde bu bir kez daha ortaya çıktı. Ecevit yoksa 6 Aralıkta İskandinav ülkeleri gezisine çıkmaz, gezisini ertelerdi. Ecevit, giderken oyunu bir daha bozdu. AP Genel Başkanı Başbakan Demirel'i ziyaret etti, İstanbul'da da çok kimseyi şaşırtan "yumuşama" çağrısını yaptı. O gittikten sonra, Cephe birbirine girecekti. Bu Bülent Bey'in politik oyunlarda hayli ustalaştığının bir belgesi sayılmalıydı. Bazıları da, ortalığın sertleşmesinin Süleyman Bey'in bir taktiği olabileceğini düşündüler, ateşle oynamayı seviyor muydu ne?
Tüm Türkiye, tam hangi gün büyük bir faşizm belasını atlatmıştır pek kestiremem. Fakat, örneğin 6 Aralık Cumartesi günü böyle bir büyük belâdan kurtulmuştur sanıyorum. TÖB-DER'in miting ve yürüyüşlerini iptal etmiş olması, ne bileyim, çok akıllıca bir davranış olarak belleklerde kalacaktır belki. Belki, çok kimse bunu küçümsiyecek, aman canım ne olacaksa olsaydı diyecektir. Ben o sıra Ankara da yoktum, fazla bir şey diyemem. Fakat, faşizmin tasarladığı bir büyük olay fiyasko ile sonuçlandı. Bunda TÖB-DER yöneticilerinin son anda aldıkları kararın payı az olmasa gerek. İstanbul'da, Aksaray da panzerleri gördüğümü anlattım, yüzlerdeki hıncı da. Daha gösteri ve yürüyüş yapılmadan panzerler, öylesine yolları kapamışlardı. Demek, TÖB-DER'in kararının yankısı bile yeri yerinden oynatmıştı.
TÖB-DER Genel Merkezi'ne şimdi, telefonlar, telgraflar yağmaktadır. TÖB-DER, durgunlukla, pısırıklıkla suçlanmaktadır. Bazı gençler, Genel Merkez'e gelerek "Nerde kaldı devrimcilik, eylemcilik, bizleri taa Kayserilere gönderdiniz, sonra da yürüyüşleri iptal ettiniz" demekteler.
Cumhuriyet okurları bilirler, açıkça yazdım düşüncelerimi, izlenimlerini, bazen, faşizmin oyunları böyle de bozulabilir. Yasal bir hak bile yeri değilse kullanılmaz, beklenir. Sabredilir. Olayların gelişmeleri izlenir. Yoksa, "Hadi aslanım dayanın, gün bugündür." demek çok kolay bir tutum, kolay bir davranıştır. Bunu demedim, sezdiklerimi, gözlediklerimi duyurmaya çalıştım.
Türkiye'de ClA'nın bir plân düzenlemekte olduğu, konuları, olayları yakından izleyenlerce bilinmekte, duyulmaktaydı. Bir önemli kişiyi tanırım, şöyle demişti:
-Bir plânın uygulaması yapılmak isteniyor. Bunun için yazı mı yazacaksın, bazı yetkilileri uyaracak mısın, ne yapacaksan yap. Bu görevdir...
Günlerce kenarından, kıyısından çıtlatarak yazmaya çalıştım. Ama, açık açık da yazılamıyor çok şey. Okurların satırların arasını okumaya alıştıklarını, yadırgamıyacaklarını düşünüyorsunuz. Bazıları sorar:
-Bugünkü "Ankara Notları"nda ne demek istedin, biraz karışık...
-Karışıksa iyi, ben de karışıklığı anlatmak istemiştim. Demek başarmışım...
Soruyu soran ters ters bakıp uzaklaşıyor.
Şimdilerde, bugünlerde ortalık daha bir yumuşadı. Faşizm kanlı plânını uygulayamadı. Öyle görünüyor...
★
Geçen hafta İstanbul'daydım ya, Ankara'da çok kimsenin farkına varmadığı başka önemli olaylar oldu parlamentoda, özellikle Senato'da. Üstüste "istifa" örnekleri verildi.
Çekilmesini bilmeyen, ayrılmanın erdemini anlayamayan anlayamaz bunu. Ayrılmasını bilen yeniden gelir işbaşına. Süleyman Bey gibi, muhtıranın ucuyla gönderilenler, belki bir kez gelirler ama, bir daha ı- ıhhh...
Fahri Özdilek'in, senato geçici başkanlığından çekilmesini anlatmak istiyorum. Tekin Arıburun, kolayına bırakmak istememişti başlarda biliyorum. Sonunda Fahri Özdilek senato geçici başkanlığına yaş dolayısıyla geldi. Senato Başkanı seçilene kadar, senatoyu yönetebilecek kişiydi çok kişiye göre.
11. birleşimde, Özdilek bir önergeyi işleme koyar. Sonra saat 19.00'a yaklaştığı, zaman geçtiği için birleşimi tatil-eder. Bu sırada AP'liler bir önerge verirler. Önergeyi görüştüremiyeceğini, zamanın bittiğini söyleyen Özdilek’e, AP'li Nuri Ademoğlu oturduğu yerden ağır bir söz söyler. Şöyle der:
-Yaşından, başından utan...
Bu sırada Tabiî Senatör Suphi Karaman yerinden fırlar, AP'lilerin arasına dalar, yatıştırırlar.
Tabiî Senatörler, kendi aralarında bir toplantı düzenlerler. Fahri Özdilek Paşa, istifa etmeyi kararlaştırmıştır. O gece hiç uyumazlar.
Fahri Paşa, öteden beri "Efendiliği" ile tanınmıştır. AP Senato Grup Başkanı İskender Cenap Ege'ye telefon ederek kararını bildirir. Ege, şu karşılığı verir:
-Aman Paşam, siz görevinizde kalın, biz sizin gibisini nerede bulabiliriz?
AP'liler aslında, Senatoda geçici başkanın kendilerinden değil, karşıdan olmasını yeğ tutarlar. Kendilerinden olursa bir oy kaybedeceklerdir. Çünkü, meclislerde başkanlar oylamaya katılamazlar.
Bu sırada AP'lilerden Adnan Karaküçük gelir, Özdilek'e:
-Paşam, o sözü size ben söylemedim. Size öyle geldiyse özür dilerim... der.
Bunu, Nuri Ademoğlu, Macit Zeren, AP Genel Sekreteri Nahit Menteşe izler. Tümü özür dilerler, fakat Fahri Paşa, kararını vermiştir. Saat 15.00'de oturumu açar, kendisinden özür diliyenlere teşekkür eder, istifasını açıklar ve oturumuna bir saat ara verir. Tabiî Senatörler, CHP'liler Fahri Paşa'yı alkışlarlar...
Yaş sırasına göre, AP'li İbrahim Şevki Atasagun'un geçici başkanlığa gelmesi gerekirken, bir saat sonra Kontenjan Senatörü Sadi Irmak, Fahri Özdilek'in çıkardığı fragı, gömleği giyerek başkanlık yerine oturur ve oturumu açar.
Olayın bir ilginç yanı daha, eski DP'lilerin -Sıtkı Yırcalı'nın, Baha Akşit'in, Atıf Benderlioğlu’nun- Fahri Özdilek'e bu eski 27 Mayıscıya ricalarıdır:
-Efendim, lütfen bırakmayın, ne olur?
Fahri Özdilek'in bir sözden alınıp başkanlığı bırakmasıyla aslında "istifa" denilen şey, parlamentoda ağırlık ve onur kazanmıştır. Bir görevi bırakabilmenin onuru...
Fahri Özdilek nerdeyse ayağını sürür, arkasından gelen Sadi Irmak da AP'lilerin hücumlarına ve hakaretlerine dayanamıyarak başkanlık görevini bırakır. Sıra, AP'liler istemese de AP'li Tekin Arıburun'dadır. AP'liler, senatoda oylama sırasında bir oy yitirdiklerine yanarlar.
"İstifa" böyle bir durumda onurlu bir iş olduğu gibi bazı hallerde de bir kurtuluştur. Cephe Hükümeti ise istifa etse de kurtulamıyacaktır. Çöküş ve yıkılış, onun alın yazısıdır...
Anadolu'da "yağar, eser yolcu havası" derler. Yolcu anlıyacağınız.
Konuştukça batıyor, görüyoruz örneklerini...
Faşizmden yana burjuvazi kumar masasında kazandığı sürece kurallara uyar. Kaybetmeye başlayınca da -ki, kaybetmeye, başaşağı gitmeye başladı bir süredir- silâhına sarılır hemen. Yeni değil, eski huyu bu...
Beslemelerinin şirretlenmeleri gemi azıya almaları bundandır. Sömürülerinin milyoncuklarının ellerinden gitmekte olduğunu görüyorlar ondan. Ne vurgun vurabilirlerse vurup koşacaklar. 1973 seçimlerinden beri yurt dışına yabancı bankalara kaçırılan paraları bir saptayabilmeli ki. Şellefyanlar, beslemelerin ağa babaları armut toplamıyorlar ya...
Varıyor haaaa...
(12 Aralık 1975)