Faşizmin Kahyaları

Bütçe Komisyonunda, DP'li Özer Ölçmen, Ecevit'in Kıbrıs başarısını övünce, Tabiî Senatör Suphi Karaman, Ethem Kılıçoğlu'nun kulağına eğildi:

-Anahtar oynuyor galiba, dur bakalım. Bir ses duyuldu...

-Oynadı ama, daha girmedi deliğe. Kurcalıyor...

Anahtar uyacak mı, uymayacak mı? Sadi Bey, bir maymuncukla açıvermişti kapıyı. Belki de "şifreli" kilit. İngiliz anahtarı, öyle ya. 1 Şubat Demokratik Parti Kongresi de geçsin bakalım. Parlamentoya dayalı na­sıl bir hükümet oluşturulacak...

Dışarı sızan bilgilere göre, eğer içtenseler, hükümettekiler de bez­gindirler. Güvenoyu almamış, istifa etmez, hükümet üyeleri, Meclis'e ta­sarı gönderemez, ortalığı kan götürüyor, faşizm almış başını gidiyor, se­si kısılmış bir durumda, sesini duyuramıyor. Bazılarının içinden çekip gitmek, görevi bırakmak geçmiyor değildi. Fakat bu çıkar yol olacak mıydı? Ben sormuyorum, kendileri söylüyorlar.

Fakat Irmak Hükümetinin, özellikle başkaldıran faşizm karşısında tam bir tutukluğa, beceriksizliğe düştüğünü herkes söylüyor. Bir de kendine göre bir gerekçe, o da değil bahane arıyor gibi:

-Vurulan genç, sağcı mı solcu mu imiş?

Solcuysa sorun değil, sağcı olsa seyredin alınan "rehine"leri neyi... Ben içten geçenleri okumaya çalışıyorum, çokları geçiriyor içinden...

1944'lerin ırkçı, turancı kafatasçılığı eğitilmemiş, avlanmaya hazır Anadolu çocuklarına kılavuz oluyor gün gün. Bu kafa 27 Mayıs Devrimini de kullandı, kullanmadı mı? Tüm, arkadaşlarını yitirip yapayalnız ka­lınca, körpe beyinleri örgütlemeyi yeğledi kafa...

Erbakan söylüyordu:

-Atatürkçüler, Lenincileri yenecektir... diye. Atatürkçü kim? Gerici­ler, kafatasçılar mı? Leninciler kim oluyor, ilericiler mi? Atatürk'ün adını ağıza almıyorlar diye, Korutürk'ün hükümet kurma görevi vermediği, din bezirgâhları nasıl da sarılıvermişler, Atatürk adına. Bu lâflara bakarak belki hükümet kurma görevi ne veriliverir, şansa artık.

Hükümet kim kurarsa kursun, nasıl kurulursa kurulsun, bana öyle geliyor ki, kimse bir "prostat kabinesi" istemiyor. Bu da Korutürk'ün tu­tumuna ve yeteneğine kalıyor artık. Güvenmeli yine de...

Vedat Dalokay, Ankara'da iki parka Yücel ile Tonguç'un adlarını ve­riyor. Başkanın bu iki ünlü eğitimciye saygısını alkışlamak gerek.

İşin doğrusunu öğrenince, havagazına yüzde 200'e varan zamma da karşı çıkmıyorum. Şöyle anlattı, Dalokay bunu:

Ankara da üçyüz bin konut var. Bunun üçte birinde havagazı var, çoğunluğunda yani gecekondularda yok. Havagazının maliyeti 196 ku­ruş, buna karşılık şimdiye dek devede kulak kabilinden metreküpünü satmışız, havagazı kullananlar, daha çok varlıklı yahut orta gelirli kişiler. Gecekonduda oturan yoksul veya dar gelirli kişiden aldığımız parayla nerdeyse varlıklının ucuza havagazı kullanmasını sağlamışız. Yani An­kara'da fakir, zenginden daha pahalı yaşıyor. Bak yaz bunu, ben ev ka­dınlarına seslenmek istiyorum: Keyif için ettikleri bir telefonu günde ek­sik yapsınlar, havagazı onlara bedavaya gelecektir...

Bizde de havagazı var, ben sesimi çıkarmadım. Ama, çay kaynadık­tan sonra hemen söndürüyoruz havagazını. Çocuklar biliyorlar zaten, bütün ışıkları Vedat Bey'in yakıp Vedat Bey'in söndürdüğünü...

Çocukların yatma saati gelince, Vedat Bey, hemen ışıkları söndü­rür, evde ışık yanarsa kızar.

Mustafa Suphi ile birlikte Karadeniz'de boğularak öldürülen Ethem Nejat’ın kardeşinden söz etmiştim. Selâhattin Nejat Yalkı'ydı o. Kısa bir süre önce ölmüştü. Eşi -henüz tanımadım- yapapalnız kalmış, çocukları da yokmuş.

Gerçekten uzun süre susmuş, konuşmamış. Selâhattin Nejat, kardeşi ağabeyisi ile ilgili olarak. Ancak, ölümünden önce bir bilim adamımıza anlatmış tüm bildiklerini. Çok değerli bir kişiymiş Selâhattin Nejat da, onu Almanyalarda Ethem Nejat yetiştirmişmiş. Veteriner Fakülte­sinde dekanlık yapmış, kaç kez. Orada profesör. Okuyan, düşünen ve inceleyen tam bir bilim adamı. Nurullah Ataç'ın da yakın arkadaşıymış. Ünlü ses, saz ustası Ankaralara geldiğinde -bundan taa 30 yıl önce- onun evinde çalar, söylermiş. Yıllarca polis izlemiş Selâhattin Nejat'ı. Bıkmış, usanmış adam bu izlenmelerden. Kendisiyle görüşmeye gelen bilim adamımıza da, şöyle demiş:

- İyi, geldin. Ne biliyorsam söyleyeceğim ağabeyim hakkında. İnşal­lah sen polis değilsindir...

Ethem Nejat'ın Tonguç'la da arkadaşlığı var mıydı bilmiyorum. Ama, Tonguç'un Ethem Nejat'ı çok saydığını duydum. Ethem Nejat, Mustafa Suphi yaşasalardı, eğitimimize, düşünümüze neler katarlardı kim bilir?

İskele kâhyası Yahya Kâhya'nın öldürttüğü, sayıları onbeş-onaltı Türk’ün adlarını yazmayı unutmuştum. Onu da yazmak istedim:

Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Kayserili İsmail Hakkı (Arap İsmail), Topçu Binbaşı İsmail Hakkı (Çerkez İsmail), Sürmeneli Kınalıoğlu, Ah­met Yakup, Tayyareci Hilmi, Kâzım Ali, Şefik ve Çitoğlu Nazmi İsmail.

Tamamı bunlar değil herhalde, daha olacak kâhyanın kurbanları...

İstanbul'da öldürülen DMMA öğrencisi Kerim Yaman, yurtta kol ge­zen faşist katil kâhyaların kurbanı değil mi? Bu son kurban mı?

(26 Ocak 1975)