12 Eylüllerde, işkencede sakat kalan sanığın öyküsünü dinliyorum, genç eşinden. İkisi de sanık, gerçekte ikisi de işkence gördü, adlarını saklı tutuyorum. Eşine soruyorum:
-Göz göre göre, savcı, yargıç bir şey demiyorlar mı? "Niye tekerlekli sandalyedesin?" diye.
-Bütün dünya duydu bunları, kataloğa basıldı; Uluslararası Af Örgütü, bunları tüm dünyaya dağıttı. Sanıklardan eşim ve arkadaşı " " emniyette yapılan işkenceleri belirttiler. Bütün bunları biliyorlar ama, umurlarında değil.
-Peki, eşiniz kendisine yapılanları anlatıyor mu?
- Hiç anlatmaz o, kesinlikle anlatmaz. Öyle geçmişe dönük bir şeyi hiç konuşmaktan hoşlanmıyor. O, 12 Mart'larda da çok şey yaşamış, Mahir Çayan’lar döneminde. Ben yoktum o zaman, ortaokuldaydım. Biz, 1975'te evlendik. O zaman da anlatmazdı. O zaman da başkalarından duyardım ben. "O çok işkence gördü, ama direndi!" diye. Sorardım hiç anlatmazdı, hep bunu söylerdi. "Gene insan yaşayabilir" sadece bunu söylerdi.
- Neden böyle yükleniyorlar sizce?
- Zorla bir şeyleri kabul ettirmek istiyorlar insana. Bir de yıldırmak yani, bir daha siyasetle uğraşmasın, bir şey yapmasın; gitsin evine kapansın! Korku vermek için yapıyorlar bazılarını. Böyle, bilinçli insanlara farklı amaçlı, öbürlerine farklı amaçlı ama, sonuçta işkence işte. Halktan insanlara da yıldırmak, korku vermek için yapıldı sanıyorum.
- Kız arkadaşlarına filan neler yapıldı örneğin?
Vallahi, çok fazla ağır bir şey bizlere yapmadılar; çok ağır bir şey yapılmıyordu, belli ölçülerde yapılıyordu. Bazılarına yapıldı belki de, ben ayrıntısını tabii göremiyordum. Siyasal sorumluluğu olan bayan arkadaşlarımız ağır işkenceler gördüler. Bunları biliyorum.
- 12 Mart'ta yapılmıştı...
Ben o zaman da yoktum, tabii bilemiyorum, işte kitaplardan okuduklarım var. Bir yerde, sahipsiz buldukları insanlara bayağı kötü şeyler yaptılar. İğrenç şeyler bile yapıldı. Onları duyuyoruz, biliyoruz onları.
- Ne gibi yani, anlayamadım...
Benim anlatabileceğim şeyler değil yani.
- Irza geçme filan?
- Olmuştur, duyuyoruz böyle şeyler... Ama, o insanlar, kendileri bile anlatmak istemiyor; bunu yaşayan genç kızlar, tek tük olmuştur böylesi şeyler. Onlar, kendileri bile bu konuda, konuşmuyor, başkaları bilir, tanık olanlar var; çok ağır bir şey çünkü...
Savcıya size yapılanları anlattınız mı? Mahkemede anlatılmadı mı?
- Eşim ile arkadaşları işkencede kendilerine yapılanları mahkemede anlattılar. Eşimi mahkemeden bile, Mamak'tan alıp işkenceye çektiler. Mahkemede ifadesini vermekteyken, günlerce sürüyor tabii ifadesi. Mamak'ta onu sayrıevlik (hastanelik) ettiler. Bir sayrıevine yattı, hatta bu epeyi gürültü koparmıştı o zaman. Mahkeme sürecinde bir tutuklu, sayrıevlik ediliyor.
- Mamak'tan emniyete mi götürülüyor?
- Hayır, emniyetten farksız Mamak!
- Emniyete götürülüp, işkence oralarda yapılıyor, sonra geri getiriliyor benim bildiğim...
- İşte, düşünün, bir yanda mahkeme sürüyor, onu öyle yaptılar. O zaman İ.T. ve diğer savunmanlarımız ortalığı ayağa kaldırdı ama, kimi kime şikayet edeceksiniz? Mahkemede anlatıyorsunuz, "Bana şunlar şunlar yapıldı..." diye, Rahatsız oluyorlar bundan, sizi tekrar alıyorlar, Mamak'ta. Emniyetle Mamak çok farklı değildir, ikisi bütünleşmiştir. Ve tekrar sizi sayrıevlik edinceye değin işkence altına alıyorlar. Siz ondan, sonra, yeniden çıkıp mahkemeye ifadenizi sürdüreceksiniz, iyileştikten sonra yani. Öyle bir süreç yaşadık.
- Üzülüyorsunuz bunları anlatırken...
- Öyle ama, bir kez oluyor!
(12 Eylül, en çok gençleri ezmek istedi, işkence tezgahlarından geçirdi. Ama bugün o gençlik, dipdiri, ayakta...)
***
12 Mart, 12 Eylül'ün provasıydı. 9 Marttan sonra, 10 mart toplantısına katılan (tümgeneral olmalı) Kenan Bey, 12 Eylül’de yapacaklarını 10 Mart toplantısında söylemiş miydi? "Meclis kapatılsın, siyasal partiler kapatılsın!" demiş miydi? Kenan Bey'in bu istekleri, o zamanki Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin
Batur’un notlarında var mıydı?
12 Eylül'ün başı Kenan Bey'in bir "emir subayı" vardı, Ordu Komutanlığı'nda, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda, Genelkurmay Başkanlığında, Cumhurbaşkanlığı'nda yanından ayırmadığı bu kişi, ona dinsel bilgiler mi verirdi? Bir helikopter kazasında ölen emir subayı "muharip subay" değildi, İlahiyat Fakültesi çıkışlı öğretmen albaydı! Eski Tabii Senatör Suphi Karaman, bunu ağır eleştirir, "Komutanın emir subayı, muharip sınıftan olmalıdır" der.
Kenan Bey, her gittiği yerde, Kuran'dan ayetler okumayı huy edinmişti. O dönemde, din dersleri okullarda zorunlu duruma getirildi. "Atatürkçü" geçiniyorlardı, Cumhuriyet'te başlattığım "Türkçe ezan" yazılarını kestirdiler, yasakladılar. 12 Eylül'ün en büyük cinayetlerinden biri, Atatürk'ün "vasiyetini hiçe sayıp" bir dernek olan Türk Dil Kurumu'nu kapatması, onu bir "resmi devlet dairesi" durumuna sokması mıydı? Yılmaz Güney, haksız kararlarla yıllarca süründürüldü cezaevlerinde. Sayrıydı, doğru dürüst tedavi edilmedi. Sayrı olan Ruhi Su'ya, yurtdışına gitmesi için hakkı olan pasaport verilmedi. Uğur Mumcu’nun Ruhi Bey'in pasaportu için nasıl uğraştığını bilirim.
Ruhi Su'nun yarın ölümsüzlüğe ulaşmasının yıldönümü. Cumhuriyet okurları (CUMOK) yarın İzmir'de Fuar'da İnönü Sanat Merkezi'nde, saat 20.00'de "Ruhi Su'ya Saygı" gecesi düzenliyor. Geceyi odalar, sendikalar, sanat dergileri, kitabevleri ile birlikte 15'e yakın kuruluş destekliyor. Ruhi Su, yalnız bırakılmıyor!