İnek Saati

İsviçre'de "Yaz saati" deyimi, "İnek saati" oldu. İnekler yüzünden, yaz saatine geçilmedi. Uzun tartışmalar oldu. So­nunda her konuda olduğu gibi halk oylamasına gidildi.

- Yaz saatine geçilirse, ineklerin yem saatleri de değişir. Sütleri de azalır... Yaz saatine geçmeyelim diyenler kazandı.

İsviçre'de yaz saati uygulanmadığı için, Paris'ten saat 17.00’de kalkan uçağımız, 45 dakikada Cenevre'ye indiği za­man saat 16.45'ti. Onbeş dakika da kârlıydık!

Cenevre’ye gelişten bir gün önce, Dino'larda oturduğumuz akşam, Abidin Dino, Nazım Hikmet'in "Allem Kallem'inin Fran­sa'da oyunlaştırılıp, nasıl başarıyla oynandığını anlattı. "Allem Kallem" öyküsünü Münevver Andaç Fransızcaya çevirmiş Abi­din Dino da resimlemişti... Allem Kallem'in Almanca çevirisini de Yüksel Pazarkaya yapmış, Tarbes'teki Avent-Garde Ti­yatrosu oyuncuları sahneye koymuşlardı. Fransız okullarında Nazım Hikmet'in kitapları okutuluyordu. Fransız okulunda öğretmen, bir. Türk öğrenciye Nazım Hikmet'in kim olduğunu sordu. Çocuk bilmiyordu. Türkiye'de Türk okullarında oku­tulmuyordu ki Nazım'ın şiirleri... Çocuk, yine de öğretmenin bir Türk ozanını sormasından kıvanç duydu. Akşam evde babasına şöyle dedi:

-   Baba, bugün öğretmen sınıfta bana Nazım Hikmet'i sordu. Nazım Hikmet'in kitaplarını alalım ne olur?..

Nazım'ın eski eşi Münevver Andaç'la telefonla konuştum. Dostlarından selamlar söyledim Memet de iyiydi.

Fransız televizyonunda bir genç taklitçi. Fransız Cum­hurbaşkanı Giacard d'Estaing taklidini yaptı. Gülmekten kırdı geçirdi. Bizde biri, Süleyman Bey'in taklidini yapsa hoş olur doğrusu.

Şarkıcı Tino Rossi de, şarkıdan önce bir fıkra anlattı. Şöyle:

-   Bir baba-oğul, düşmanları bir adamı öldürmek is­tiyorlarmış. Adamın geçeceği yerde uzun süre beklemişler, ne gelen var, ne giden. Bir süre sonra baba, oğluna şöyle demiş:

-    Sakın adamın başına bir bela gelmiş olmasın!...

Öldürme olayı ile ilgili bir fıkra olduğu için soğuk geldi ba­na. Ölümün, öldürmenin şakası bile soğuk..

İsviçre, hele Cenevre dünyanın zenginlerinin yılda birkaç aylarını geçirdikleri yer. Leman Gölü kıyısında, zenginlerin, tuzu kuruların köşkleri var... Kerim Ağa Han’ın, Sadrettin Han'ın, Suudi'lerin, Aznavur'un, Şellefyan'ın, Yahya'nın köşkleri! Ekmek elden su gölden..

Cenevre'ye vardığım akşam, bir arkadaşla Lozan'a gidip, İsmet Paşa'nın konferansa katıldığı şimdi otel olan sarayın önünde kahve içtik. İnsanları, çocukları seyrediyordum, sağlıklı, kendi havalarındaydılar. Ülkeleri, kapitalizmin varıp varacağı en uç noktada, zenginlikteydi. Ortaokul öğrenimi görmemiş kimse yoktu. Tertemizdi sokakları, evleri, bahçeleri...

Baba Tonguç'u düşündüm. 20 yıl önce öldü Baba Tonguç. Türk çocukları, aç, açık kalmasınlar diye yoksulluktan kur­tulsunlar diye çırpınan adam.

Köy Enstitüleri, Süleyman Bey'lerin ağa babalarının hışmına uğradı. Köyler, yine öyle kaldı. Çocuklar yine bitli. Ortaokulu, liseyi, yüksek okulu devlet parasıyla, parasız yatılı okumuş bir Süleyman Bey, din sömürüsüyle, köylülerin uyanmalarını engellemek için her şeyi yapıyor. İş başında kal­mak için daha yapmayacağı da yok!

Cenevre yakınında bir köye de gittim. Köyün sadece adı köy. İstanbul'un, Ankara'nın en güzel yerleri, yanında köy kalır.

İsviçre, Fransa'dan daha temiz. Her yerde güller, çiçekler. Sigara içen görmedim. Bir bahçede, dalından kiraz yedim...

Cenevre pazarında Zürih'e gelen Rizeli iki Türk, baklava, şambaba tatlısı ile mesir macunu satıyorlardı. Türkçe: Gençlik macunu burada diye bağırıyorlar, gelenler macundan kilo kilo alıyorlardı. Rizeli şöyle dedi:

- Abi, böyle olacağını bilseydim, daha çok getirirdim.

Cenevre Belediye Başkanı Komünist!

Türkiye'den paralarını kaçırıp, İsviçre bankalarına yatıranlar, tuzu kurular, burada. İran'dan kaçabilen Şah'ın bazı bakanları da burada. Parası olanın İsviçre'ye bir zararı olmazmış. Yahya'yı ondan dolayı kulağından tutup Türkiye'ye göndermiyorlarmış gerçekte. Ama, kaçak çalışan bir Türk işçisi, yakalanır yakalanmaz haftasına sınırdışı ediliyor. Ka­pitalist ülkelerin tanrısı para!

Cenevre'ye vardığımda, orada "Uluslararası Çalışma Örgütü" (İLO) nun toplantısı vardı. Yunanlıların başında Karamanlis gelmişti. Almanların da Willy Brandt. Çalışma Bakanı Cavit Er- demir, bir süre kalıp dönmüş. Türk-İş Genel Başkanı İbrahim Denizciler, İşveren Sendikaları Genel Sekreteri Rafet İbrahimoğlu, başka ülkelere geçmişlerdi gelmişken. Brandt, şöyle konuşmuş:

-   İnsanlık ve dünya, sözden bıktı. Bu sözleri eyleme dönüştürmediğimiz takdirde, sonuç sizler için felakettir. İşsizliğe, enerji kıtlığına kesinlikle çare bulunmalıdır. Si­lahlanmanın önüne geçilmelidir. Dün, buraya geldiğimde öğrendim. Türkiye sattığı malın her santimini yakıta veriyor. Bu ekonomi yaşayamaz. Sanayileşmiş ülkeler, OPEC ülkeleri, sessiz kalmakla sorumluluktan kurtulamayacak olan sosyalist ülkeler, azgelişmiş dünyanın üzerine eğilmelidirler..

İLO'da, Türk heyetine, buradaki sürekli temsilci Kamuran İnan başkanlık ediyor.

Kamuran İnan, politikayı şimdilik bırakmış.

Bir hafta önce, Metin Toker uğramış Cenevre'ye, İnan'la görüşmüşler. Ona takıldım:

-    Burada sürgün hayatı mı yaşıyorsunuz?

. Büyükelçiliğin köşkü çok güzel. Çiçekler arasında bakımlı. Usuma, Kamran İnan'ın Enerji Bakanlığı sırasında geçen bir olay geldi. İnan'ı bakanlıkta Bitlis'li bir köylü hemşerisi ziyarete gelir. Onu, bakan odasında öyle kurulmuş oturur görünce, çıkışta kendi kendine mırıldanır:

-    Drrrr Allahın adamı, Bitlis’ten gelmiş nerde oturiy!