"Ankara Notları"nda, Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılında ezanın Türkçe okutulmasının, bu yıldönümüne uygun düşecek en anlamlı davranış olduğunu vurguluyorum. Bu yıldönümü için birçok şey yapılıyor. Diyelim, PTT anı pulları çıkarıyor. Ancak, pullar eninde sonunda pul koleksiyoncularında kalır. Ezanın Atatürk döneminde olduğu gibi,
Türkçe okunması öyle mi?
Ezan, 1950 yılında Arapçaya döndürüldü. Türkçe okunduğu yılları, şimdiki gençler bilmezler. Biliyorum, bu konuda kamuoyunun hazırlanması gerekir. "Ankara Notları"nda, bir bakıma bunu yapmaya çalışıyorum.
Bir "Ankara Notları"nda "türkçe Ezan" başlıklı yazısından sözettiğim, Asist Dr. Seçil Akgün, yazısının başlarında şöyle diyor:
Tapınma, her ne kadar kişisel bir işlemse de, memleketimizde büyük bir çoğunluğun Müslüman olması nedeniyle, İslam dini gereği olan beş vakit namaza çağrı, yüksek sesle, cami hoparlörlerinden yapılmaktadır. Türkçemizin özbenliğine kavuşması için sürekli çabaların gösterildiği bu dönemde camilerden gelen ezan sesinin Türkçe olmayıp, Arapça olması, dikkat çekici bir sorundur, kaldı ki, toplumumuz bu çağrının Türkçe olarak yapıldığı bir dönem de geçirmiştir. "Arapça" dilinin "din dili" olarak nitelenmesi ve dilde dindaşlara seslenilmesinin sakıncaları pek çoktur. En başta da insanın söylediğini ve duyduğunu anlamaması gelir. Türkiye'de bu yolda geçirilen aşamaları incelemek istersek, buna ezan kelimesinin tanımını yaparak başlayabiliriz.
"Ezan", "duyuru" demektir. Müslümanların beş vakit kılmakla yükümlü oldukları namaza çağrıdır. Müslümanlara namaz vaktini duyurmanın şeklini bir karara bağlamak isteyen Hazreti Muhammed, çevresi ile görüştükten sonra, Abdullah bin Zeyd'in görüşünü uyguladı. Bu, çağrıyı cami damından Müslümanlara yüksek sesle seslenerek yapmaktı. Ancak, ezan için belirli bir makam, o zaman da saptanamamıştı. Sadece yüksek sesle okunması kararlaştırılmıştı. (İslam Ansiklopedisi, Mad: Ezan, cilt 4, s. 429)
Dr. Seçil Akgün, bizde ezanı Türkçeleştirme çabalarının ilk olarak yeni Osmanlılardan Ali Suavi'de görüldüğünü belirttikten sonra, Kurtuluş Savaşı dönemine gelince, şöyle diyor:
Kurtuluş Savaşı dönemine gelince, bu dönemde amaçlanan, Türklerin kendi toprakları üzerinde bağımsızlıklarını elde etmeleri ve özgürlüklerine kavuşmalarının yanısıra, sosyal yaşantılarında da çağdaş uygarlık seviyesine erişip her bakımdan Arap etkisinden arınıp "Türk" olmalarıydı. Zaferi izleyen devrimlerde, sosyal yaşantıya büyük ölçüde önem verildiği bilinmektedir. Çağdaş bir sosyal düzene kavuşabilmede büyük bir etken olan dil, son derece önemsenmekteydi. Türkçemizi Arap etkisinden kurtarmak, özleştirmek için çabalanıyordu. Bu ara, dua dilinin de Türkçe olmasının gerekliliği üzerinde duruluyordu. Hatta 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında okunan duanın da Türkçe olmasına dikkat edildi. (Abalıoğlu, Yunus Nadi: Türkiye Büyük Millet Meclisi, İst. 1955, s. 31)
Kurtuluş Savaşı sonrası, 3 Mart 1922'de, Büyük Millet Meclisi'nin üçüncü toplantı yılını açış konuşmasında Mustafa Kemal, sözü camilere getirdi. Cami kürsülerinin halkı aydınlatıcı ve yol gösterici yerler olmaları gerektiğini söyledi. Bu amacı yerine getirebilmek için herşeyden önce okunan duaları halk anlayabilmeliydi. Bu da ancak Türkçe ezan ve kaametle gerçekleşebilirdi. (Vatan, 13 haziran 1922)
7 Şubat 1923 tarihinde Mustafa Kemal, Balıkesir'de Paşa Camii minberinde bir konuşma yaptı. Aslında, bu konuşma, bir hutbe niteliğindeydi. Herkesin anlayacağı dilde konuşup Türkçe ezanın gerekliliğini belirten Mustafa Kemal, daha önce İslam dinini ve peygamberi anlatmıştı. Camilerin "meşveret" yani dünya sorunlarını görüşmek için de olduğunu söylemişti. Bundan sonra, "hutbe"nin herkesin anlayacağı dille söz söylemek anlamına geldiğine değinmişti. Konuların da askeri, idari, mali, siyasi, sosyal konuları kapsamına alabileceğini açıklamıştı. "100, 200 hatta bin sene önceki hutbeleri okumak insanları gaflet içinde bırakmaktadır" demiştir. Cami kürsülerinden söylenenlerin halkın anlayamayacağı dilde söylenmesinin, dinleyenleri, okuyanlara köle kıldığını belirtmiştir. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s.96)
1931 yılı Ramazanını izleyen gecelerin birinde, Atatürk Dolmabahçe'de arasında hafızların da bulunduğu konuklarının yanında Hafız Saadettin Kaynak'a bir Türkçe hutbe okuttu. (Ergin, Osman: Maarif Tarihi, cilt 5, s. 1632)
1932 yılı Ramazan Bayramı'nda camide Türkçe ezan okunmasına karar verildi. Atatürk, bu görevi yerine getirmek için yine Saadettin Kaynak'ı seçti.
Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılını kutlarken, konunun üzerinde ne denli durulsa az...
24.1.1981