Kol, Yen, Mintan

Kötü haber tez geldi...                                        

Nasıl olmuş?

Geceleyin bir yerden dönüyorlarmış; arabada Varlık Özmenek, Yılmaz Onay, Haldun Özen de varmış. Sürücü di­reksiyona hâkim olamamış, elektrik direğine bindirmişler; Ekmekçi'nin kolu üç yerinden kırılmış, alçıya almışlar.

Telefon ettim.

Ekmekçinin telefonu hep meşguldür, bir, iki, üç kez de­nemeden tutturamazsın.

-       Geçmiş olsun!...

-       Sağol...

-       Hangi kol.

-       Sağ...

-       Ya sol olsaydı? Beterin beteri var...

-       Yazamıyorum.

-       Rakı içmene engel mi?

-       Hayır...

Kah, kah, kah...

Kol kırılır yen içinde; ama Ekmekçinin kolu kırıldı mı yen içinde kalamaz. Çünkü Ekmekçi'nin kolu hepimizin koludur, bi­leği hepimizin bileği...

Ya aklı?

Tanrım sana emanet!.. Tırlatanlar, dönenler, üşütenler ve yozlaşanların çoğaldığı bir dönemde Ekmekçi’nin aklı ka­ranlıkta deniz feneri gibi.

*

Ekmekçi, eksik olmasın arada sırada bizleri de yazar; bugün de ben onu yazıyorum.

Ne var ki Ekmekçinin köşesine girmek sanıldığınca kolay değildir; oraya holding babası, sosyete gülü, hanedan soytarısı buyur edilemez; böyle biri Ekmekçinin köşesinde ancak yar­gılanır. Buna karşın "devr-i dilâra"da unutturulmak istenen ne kadar kişi; gazetelerin dışladığı ne kadar olay, etkinlik, top­lantı varsa Ekmekçinin köşesinde tarihin kütüğüne geçer. Ek­mekçi, Türkiye'nin sol kesiminde bilinçli iletişimin sıcak kur­gusunu yazıya döküyor.

Buda heykeli gibidir Ekmekçi, alçakgönüllü kişiliğinde Anadolu’nun sağlıklı soluğu duyumsanır; gazetecilik te­razisinde hiç kimsenin ölçemeyeceği ağırlıkları tartar; yüzüne baktıkça Özdemir Asaf’ın bir şiirini anımsarım:

Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler.

Babıali’nin gün geçtikçe kirlenen ortamında karayağız Ek­mekçi apaktır.

Ekmekçi haftada üç gün yazar. Çamaşır günü, kabul günü, tatil günü, hamam günü gibi Ekmekçilerin evinde "yazı günü" vardır; çocukları bilir:

- Bugün babamızın yazı günü...

Önce yazısının "çatısı"nı düşünür Ekmekçi, sonra çatmaya başlar; dil konusunda alabildiğine titizdir, her sözcüğünü özen­le seçer, yoğurur, fırına sürer...

Ekmekçi’nin yazısı pişkin bir ekmek gibidir; topak topak hamur yemezsin.

*

Basın kendi kendisini yiyor.

Gazeteci ne? Parayı bastırdın mı satın alacağın bir mal, bir köle, bir hizmetkâr mı? Genel yönetmen ne? Patronun çı­karlarını gözeten kâhya mı? Patron ne? Gazeteyi pazarlama aracı gibi gören holding babası mı? Yazar ne? Hanedanın apış arasında bir soytarı mı? Basını bu kalıba dökmek için büyük çaba var. Para, Babıali’nin de Allah'ı oluyor.

Ama öyle bir gün gelebilir ki "basın " kamunun gözünde sıfırlaşabilir.

Bu yolda tehlike gün geçtikçe büyürken, Ekmekçi gibi bir gazetecinin değerine ancak okurları paha biçebilir.

Ekmekçinin kolu kırık...

Kanadı değil.

Kol kırılır yen içinde derler ya, Ekmekçi'nin yeni, hepimizin yenidir.

Çünkü mintanımız ortak biçilmiş...

Yunus'unki gibi.

İlhan Selçuk
Cumhuriyet
Pencere Köşesi,25.12.1988
(Japon Gülü kitabı)