Sovyet ihtilalinin 63'üncü yıldönümü dolayısıyla, elçilikte önceki akşam verilen kokteyle gelenler, geçen yıla göre daha kalabalık mıydı? Geçen yılki kokteyl, Afganistan olaylarına denk gelmiş; gelenler azalmıştı...
Salondaki kalabalığın arasında, Kemal Anadol'u görünce, ona bir geçmiş olsun demek için, kalabalığı yarmaya çalıştım.
-Geçmiş olsun Anadol...
-Sağol abi...
Anadol, bir ara kulağıma eğildi, şöyle dedi:
-Abi, büyük bir fırsat kaçırdım. Bir fotoğraf makinem olsaydı, öyle pozlar vardı ki...
-Nasıl?
-Düşün bak; MSP'li Abdullah Tomba, eski boksörmüş. O, eşofmanlarıyla geldi. Necmeddin Hoca, öbür MSP'liler de birer eşofman getirttiler. Hoca'yı koşarken bir görceksin... Şimdi, fotoğraf makinem olsaydı da, bu resmi çekseydim, boyalı basına satıp köşeyi dönemez miydim?
Gülüşüyoruz. Eski tabii senatörlerle, eski milletvekilleriyle konuşuyoruz..
İlhami Soysal, 12 Eylülden bu yana aylığını alamadı. Sendikalara, partilere kayyum atamalarında bir aksama mı var?
Bürokraside, müşavirleri azaltıyoruz, derken bu konuda da yeni haksızlıklara yol açılmamalı. Bir arkadaşım şöyle dedi:
-Bizim hakkımızdaki değerlendirmeyi, geçmiş dönemden kalmış müsteşarlar yapacaklarsa, bu haksızlıktır. Onlar, zaten Ecevit döneminin müşavirlikte kızağa alınmış genel müdürlerine, ne görev veriyorlardı, ne bir şey... Şimdi, "biz sizinle çalışamayız!" diyorlar. Bizi ayıklayıp, eski yöneticiler, kendi kafalarındaki kişileri iş başında tutacaklar...
Öğrendiğim, Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp, Başbakan Bülent Ulusu, müşavirlerin durumlarıyla, yakından ilgililer. Bir haksızlık yapılmaması için, elbet gereken titizliği gösteriler...
***
Server Tanilli yurda döndü. Onu Ankara'dan arayıp bir hoşgeldin dedim. İstanbul'a gidişte uğrayacağım, uzun uzun konuşacağım. Telefonla ne konuşabilir? Sordum:
-Server Bey, dışarıda nasıl geçti günler?
-Bir kere, ikibuçuk yılı dolduran bir hayat serüveni... Pek kısa da anlatılacak gibi değil. Ama, şu kadarını söyliyeyim; aslında çeşitli ülkeler gördüm biliyorsun, İngiltere'siyle, Almanya'sıyla, Sovyetler Birliği'yle... Bu ikibuçuk yıllık hayat doğrusu, büyük acılarla geçti. Büyük acılarla geçti ama, bu acıları da göğüslemek lazımdı. Ben bedenimin tükendiğini hissettiğim anda, kafamla, inandığım dünya görüşüyle o acıları yendim. Yani, bir yerde bir insanın bağlı olduğu dünya görüşünün hayatın çetin anlarında nasıl insana direnç aşılayacağını ben kendi nefsimde denedim. Bilmem anlatabildim mi?
-Anladım...
-Ve ikibuçuk yıllık, artık ne diyelim buna bir talim midir nedir bilmiyorum, ikibuçuk yılı galiba alnımın teriyle, daha doğrusu açıklığıyla bitirdim. Bu ikibuçuk yılın hesabını alın açıklığıyla verebilirim...
-Dışardan Türkiye nasıl görünüyordu?
-Türk gözüyle mi, ecnebi gözüyle mi?
-Türk gözüyle, sizin gözünüzle...
-Şunu söyliyeyim, acı bir tespittir. Benim ülkem, oradaki yaşayış düzeyi bakımından her alanda, hakikaten yürekler acısıdır. Yani Türkiye çağın çok gerisinde kalmıştır. İnsan oradan o geriliği görünce, uzaktan daha iyi görülüyor hakikatler. Diyorsunuz ki. Türkiye'nin kurtuluşu bir sistem sorunudur...
-Yurt dışındaki işçiler, geldiler size; görüştünüz onlarla. İzlenimleriniz nedir?
-Onlarla ilgili izlenimlerin hayli uzundur. Ama, şunu söyliyeyim, işçi kitlesi orada. Mesela Almanya'yı söyliyeyim. Buradan getirdiği köylülükle devam ediyor. Ve orada, o toplumla kendisi arasında adeta bir duvar kurmuş. Bu duvarın kurulmasında oradaki gerici kuruluşlar büyük faaliyet gösteriyorlar. Bilmem ki anlatabiliyor muyum?
-Çok ilginç...
-Bir de, küçük burjuvalaşma özlemlerini içinde taşıyor. Yani, paraları biriktireyim, Türkiye'ye gideyim, arsaları alayım. Dükkânı ya da atölyeyi açayım, on tane işçiyi alayım yanıma, ben de atölye sahibi olayım. Bakarsın, yürür gideriz, fabrika sahibi oluruz! Bir işçi, bu süreç içerisine girerse hem fabrikatör olamaz, hem de atölyesini kapitalizm, onun başına geçirir. Biriktirdiği marklar da gider elinden. Hayatı kaynar, mahvolur...
Tanilli, 7 nisan 1978'de silahlı bir saldırıya uğramış, ağır yaralanmıştı. Belkemiğine gelen bir kurşun, onu felçli bırakmıştı. Sordum:
-Sağlık durumunuz nasıl Server Bey?
-Sağlık durumum aslında malum. Felci yenebilmiş değilim. Ama, hayatımı sürdürmenin azmi içerisindeyim. Bir yerde azim ve inanç işin içine girince, çok şeyi hallediyor. Ben de o inançla sağlığımı sürdürmeye çalışacağım.
-Doktorlar ne öneriyorlar?
-Doktorların önerileri son bir noktada şöyle düğümlenebilir: Bu felcin yenilemeyeceğini onları da kabul ettiler. Sadece bana "Vücudunuzun hatta, kendi kendinizin hekimi olursanız, hayatın bundan sonraki, geri kalan yıllarını pek güzel geçirebilirsiniz.." dediler. Ben de zaten bu tavsiyeyi baştan itibaren tutmuşumdur. Ve bundan böyle de, bu tavsiyeyi tutacağım. Ve hayatı bundan sonra, felçli de olsam, güzel geçirmeye çalışacağım. Ama, tabii güzel geçirmek derken, yalnız başıma, köşemde değil, bir kere demokrasinin, özgürlüklerin uğrunda mücadele ederek. Çünkü o mücadele bana, hayatın lezzetini, hayatın tadını verecek. O mücadelenin dışında benim hayatımı ele almam soyutlama olur. O mücadelenin içerisinde ise, hayat anlamını bulur; demokrasinin, özgürlüğün mücadelesi içerisinde..
-Bir çalışma yapıyor musunuz?
-Yaptım: "Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş" adlı eserimi noktaladım. Bunu yakında yayınlayacağım.
-Bu konuşmamızı "Ankara Notları"nda yayınlamak istiyorum. Bir isteğiniz var mı?
-Bütün okuyuculara, selamlarımı, sevgilerimi de katarsın yazdıklarına.. Cumhuriyet'in bütün okuyucularına...
8.11.1980