Düşündükçe...

Sivas'ın köylerinden birinde, "Şahbudak" diye anılan yoksul biri varmış. "Şahbudak Mehmet". Ağaçların budaklı yerleri filiz vermez. Oralarından dal çıkmaz. Yoksul Şahbudak Mehmet, kıraç bir yere, taş, çakıl arasına üzüm fideleri dikmiş. Köylüler buna çok kızmışlar:

-Susuz, toprağı olmayan yere bağ çubuğu dikilir mi? de­mişler. Mehmet karşılık vermiş:

- Ha, desinler Şahbudağın bağı var, üzümü yok, yaprağı var!

Bu fıkrayı, Ankara Üniversitesi'nin düzenlediği "Atatürk Sempozyumu" kokteylinde dinledim. Hoşuma gitti...

Anadolu'da çalıyı tepesinden sürüklemek diye bir deyim var. Çok severim bu deyimi. Kendi kendilerine güçlük çıkaranlar için söylenmiştir. Kulağını ters yönden gösterenler

için ne derler hani?

İki Karadenizli bir geyiği vurmuşlar, kuyruğundan sürüyüp kamyonete doğru götürmeye çalışıyorlarmış. Epeyce de zor oluyormuş götürmek. Biri görmüş:

-Öyle kuyruğundan tutarak götürmeyin demiş, boy­nuzlarından tutun daha kolay götürürsünüz!

Öyle yapmışlar. Boynuzlarından tutarak sürüklemişler vur­dukları geyiği. Götürürlerken biri şöyle demiş:

-Yahu Temel, geyiği böyle daha kolay götürüyoruz ama, kamyonetten niye gitgide uzaklaşıyoruz?

"Takı"da, Duran Karaca'nın sergisinde gördüm taşlamacı M. Eşrefi. Çoktandır sesi duyulmuyordu. Yazdığı son dörtlüğü okudu, şöyle:

Harika çocuğumuz gece gündüz cehd edip/ Dualar ez­berlemiş tanrıya yakarıyor/ "Red Kit okurum" diye biraz hava basmış ya / Okuyamasa bile resimden çıkarıyor.

***

İzmir'de yapılan İkinci İktisat Kongresi'ne gidemedim. Olayı, İzmir'deki arkadaşlarımız izlediler, yansıttılar.

1923'deki Birinci İktisat Kongresi, Lozan görüşmelerinin ke­silmesine rastlar. Kongre, Mustafa Kemal'in Batılılara bir me­sajı gibidir. Bununla, "Bakın, biz sizin sandığınız gibi değiliz. Biz de liberal bir ekonomi izliyoruz" demek ister. Başkanlığa kendisinin değil de, Kâzım Karabekir'in getirilmesine biraz canı sıkılır. Bu nedenle belki de, pek överek anmaz kongreyi sonraları..

Burada ilginç bir olayı aktarmak istiyorum. Alaettin Tiridioğlu, 1930'da genç bir milletvekili olarak Meclis'e gir­mişti. Avrupa'dan yeni dönmüştü. İsmet Paşa’nın hükümet programı okunmuştu. Meclis'te programda, devletçiliğe ağırlık verileceği belirtiliyordu. Genç milletvekili Alaettin Tiridoğlu, Meclis Başkanlığına bir önerge vererek, 1923 İzmir İktisat

Kongresinde, on yıl süreyle liberal bir ekonomi izleyeceğine ilişkin karar alındığını, buna karşın hükümet programında dev­letçiliğe ağırlık verileceğinin belirtildiğini, aradaki çelişkinin açıklanmasını istemişti.

Önergeyi verdikten sonra, Tiridoğlu'na, "Seni İçişleri Ba­kanı istiyor" derler. O da makamına gider. Zamanın İçişleri Ba­kanı Şükrü Kaya'dır. Odasına giren genç milletvekilinin yüzüne bakmadan, çalışmasını sürdürmektedir. Alaettin Tiridoğlu bek­ler ha bekler. Şükrü Kaya, gözlüğünü çıkarır, Tiridoğlu'na ba­kar. Şöyle der:

-  Sen daha Meclise yeni girdin. Ayağının tozuyla girer gir­mez de şımardın! *

Alaettin Tiridoğlu çok bozulur. Gençlik de var hani. Ağır konuşur Şükrü Kaya'ya..

-Bu sözü sizden başka biri söyleseydi, daha ağır karşılık alırdı, gibisine karşılık verir,

Şükrü Kaya, o dönem Avrupa'dan gelen gençlerce de se­vilmektedir. Alaettin Tiridoğlu'na şöyle der:

-   Aman kardeşim, ben senin iyiliğin için söylüyorum. Mem­leketin geleceği sizsiniz. Sizlerin harcanmasını istemiyorum. Kaç kişi anlar devletçiliği? Kim bilir?

Şükrü Kaya, "devletçilik" sözcüğünü "otoriter devlet sis­temi" olarak anlayanların bile bulunduğunu söyler. Ekler:

-    Senden ricam, git verdiğin takriri (önergeyi ) geri al!

Alaettin Tiridoğlu gider, Başbakanlığa verdiği önergeyi geri alır..

Alaettin Tiridoğlu çoktan öldü. Bu, onun ölümünden önce an­lattığı bir anı. Alaettin Tiridoğlu'nu 1960 öncesinde tanımıştım bir basın toplantısında. Sosyalist bir partinin genel sekreteriydi. İçten, tatlı bir adamdı. O toplantıda, bize bizde sosyalistle, komünistin karıştırıldığını anlatmıştı. Nereye gitseler, arkalarına polis düşüyordu. Onlara "Komünist keratalar!" diyorlardı.

***

Çarşamba günü İlhami Soysal’ın duruşmasını izledim. Görünce nasıl sevindi. Başka duruşmalar da vardı. Analar, babalar gelmişlerdi çocuklarının duruşmalarını izlemeye. Hava da soğuk mu soğuktu. Düşünürken üşüdüm...

7.11.1981