Demokratların, iktidarlarının daha ilk yıllarında, ezanı Arapçaya çevirerek giriştikleri din sömürüsü, çorap söküğü gibi gitti. Kimse artık sömürünün ardından yetişemedi...
Yıllar yıllar önce Ziya Gökalp, "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur/ köylü anlar manasını namazdaki duanın. /Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur. /Küçük büyük herkes bilir buyruğunu hüdanın" demiş bir şiirinde. Her şeyi nalıncı keseri gibi kendilerine yontanlar, bunu da görmezden gelmişler.
Geçenlerde yitirdiğimiz gazeteci Emin Karakuş, "İşte Ankara" adlı yapıtında, Demokratların bu yolda bir karar almalarında Ankara Milletvekili Vaiz Ömer Bilen'in rolünü anlatıyor. "Atatürk'ün ideal arkadaşı olduğunu her fırsatta yineleyen Celal Bayar'ın onayıyla bu karar alınmıştı" diyor. Şöyle diyor, daha sonra Karakuş kitabında:
-Bu kararı yenileri izleyecek, din sömürücülüğü bakımından daha yeni örnekler verilecekti. On yıllık DP iktidarı döneminde yapılan cami sayısının, 600 yıllık imparatorluk zamanında yapılan cami sayısından fazla olduğu daha sonraki hesaplardan anlaşılacaktı. Her yıl, "hademe-i hayrat"ın, din adamlarının maaşlarına zam yapılması için bütçe müzakerelerinde imzalanan önergeler, elden ele dolaştırılır, önergeye imza koymayan milletvekillerine "dinsiz" gözüyle bakılırdı. Nerede kaldı ki, bu karar geniş halk yığınları arasında beklenen etkisini fazlasıyla gösterdi...
Dinsel inançlara saygılı olunmalıdır. Bu, düşünce özgürlüğüne saygı gibidir. Yasalar din sömürüsünü ya-
saklamıştır. Yasaklamaya karşın, bu yasaklara uyulmamıştır, kuranı öpen politikacılar görülmüştür. Bu eleştirilmemiş, görmezden gelinmiştir.
Cumhuriyet okuru S.O. bazı sözcüklerini türkçeleştirdiğim mektubunun sonunda şöyle diyor:
Geçen yıl Yeşilköy havaalanında yolcu bekliyorduk eşimle birlikte, bir yazı gözümüze ilişti: "Mescit".. Biz bakınırken içeriye, ara ara iki üç kişi girdi. Baktık, çıkmadılar, "herhalde namaz kılıyorlar" dedik. Gidip mescitten içeriye baktık, bir de ne görelim o giren kişiler içeride uyuyorlar. Yetmiş sente muhtaç bir Türkiye'de oy toplamak için kimin hakkı var dünya devletleri arasında Türkiye'yi küçük düşürmeye?...
Bayan S.O. uyanık bir kişi. Mektubuna, Evren Paşa ile arkadaşlarına başarılar dilemekle başlıyor. "Ev kadınıyım" diyor.. Şöyle sürdürüyor mektubunu:
Sayın Ekmekçi, 25 ekim cumartesi günlü Cumhuriyet'te çıkan yazınızın bir yerinde 6187 sayılı yasadan söz ediyorsunuz Atatürk'e ve onun ilkelerine bağlılığımızı kanıtlamak istiyoruz. Yalnız sizin, yine 25 ekim tarihli yazınızdaki gibi benim de kafamı kurcalayan bir soru var. Biz Atatürk döneminin çocuklarıyız. Atatürk sağlığında ezanı Türkçe okuttu. Ve biz o zamaki çocuklardan tutunuz da, büyüklerimize kadar herkes, ezanın anlamını daha iyi benimsiyorduk. Atatürk öldüğü zaman televizyon yoktu. Ama, radyo yayını yapılmaya başlanmıştı. Acaba Atamız sağ olsaydı, bugün televizyonda Kuran okutturur muydu?...
Her cuma akşamı dikkatle izliyoruz, sekiz on hafız smokinleri giymişler, gözlerini yummuşlar, ağızlarını açmışlar, ilahi söyleyip Kurandan bazı ayetler okuyorlar. Bu dini istismar değil midir?.. Benim küçüklüğümde büyüklerim, kuranı kutsal kitap olarak tanıtırlardı. Kuran abdestsiz dinlenmezdi. Kuran okuyacak kimse de sessiz sessiz okurdu. Şimdi ise elin adamı kuranı seçim aleti olarak kullanıyor. Sayın Ekmekçi, sizin sözünü ettiğiniz gibi, Kuranı televizyon programına koyup yürütme, 6187 sayılı yasaya uyuyor mu?.. Uymuyor mu?... Lütfen açıklamanızı bekliyorum. Biz, Cumhuriyeti kurarken, kanımızla canımızla destek olduk. Birinci şehidimizi Çanakkale'de verdik. Altı çocuğu ile eşine dedem baktı, büyüttü. İkinci şehidimiz de civan gibi abim. Mersin cephesi kuvvayi Milliye Mülazımı Kâzım Efendi (Kurtuluş Savaşında İçel adlı kitabın 118. sayfasının 5. satırı.)
Vergisini kuruşuna kadar ödeyen şerefli bir vatandaşım. Gerek sizler, gerekse hükümet erkânı dış ülkelere gidersiniz; hangi ülkede din üzerine yayınlar gördünüz?...
Ben Avrupa'nın bir çok ülkesini gezdim, böyle bir yayına rastlamadım. Madem demokrasiyi benimsiyoruz; memleketimizde sadece müslümanlar oturmuyor, gayri müslimler de var. Dış ülkelerde din adamlarının maddi durumları, ibadet evleri ve din adamı yetiştiren okullar vatandaşların (istismar edilmeden) yardımlarıyla karşılanır.. Halbuki bizde "Allahtan sağlık, devletten aylık" alırlar. Televizyonda vatandaşlarımızı eğitecek, öğretecek programlar düzenlesek acaba ne gibi bir sakıncası var?...
İkinci bir ricam da İmam-Hatip okulları ile ilgili.. Bu çocukların mezun olduklarını düşünelim, namazını kılacak o kadar çok cenaze bulamayacaklar. Bu okullar da acaba kimlerin çocukları okuyor?.. Meslek okulları açsak, daha iyi olmaz mı?.. Bunu da milli Eğitim Bakanlığından bekliyoruz.
Ataköy ikinci kısmın arkasında cami inşaatı var.. Büyük bir alanı kaplıyor (inşaat henüz toprak yüzeyinde). Bu camide acaba, yılda kaç kişi namaz kılacak?.. Benim bir önerim var: bu cami yerine Atatürk Bilimsel Araştırma Fakültesi yapmak olanağı yok mu?... 28 ekim 1980 akşamı Devlet Bakanı Sayın Mehmet Özgüneş böyle söylüyordu. Ben de Sayın Devlet Bakanımızın görüşüne katılıyorum. Sayın Evren Paşa'lar iktidarda iken bu yapılabilir. Ve Atatürk'ün yüzüncü doğum gününde de açılır...
Cumhuriyet okuru bayan S.O.'nun mektubunu yayınlayarak., isteğini yerine getirdim. Düşüncelerini aktardım.
Evinde oturan çocuklarını yetiştiren bir ev kadınının yurt sorunlarıyla böylesine yakından ilgilenmesi uzun uzun düşündürdü, sevindirdi.
Diyanet'te neler oluyor?... Kimler, orada nasıl çalışmışlar, çalışmaktalar?...
Bunları araştırıp kamuoyunun gözleri önüne sergilemek bir gazetecilik görevi. Uyanık, bilinçli vatandaşların yazıları da her konuda olduğu gibi bu konuda en büyük yardımcımız...
*Gözlemlerim öyle ki Türkiye'de din sömürüsü ile ekonomik sömürü birbiriyle çok yakından ilişkili...
5.11.1980