Ramazanda oruç tutanlar az oldu mu, babam:
-Bu ramazan, çok garip geldi! derdi. Ramazan adına üzülürdü.
Önceki gün, dil bayramımızdı. Dil bayramı da garip geldi. Bir küçük törenle, ödül kazananlara ödülleri verildi. Ardından, bir kokteylle kutlandı.
Cahit Kulebi:
-Törenlerden sonra, karavana da var! demişti.
Türk Dil Kurumu'nda verilen kokteyllerde, pek içki verilmez, meyve suyu dağıtılırdı. Önceki günkü kokteylde çeşitli içkiler vardı. Sanki, dertlenip içiyorlarmış gibi geldi...
Tutucu bir gazetenin, tutucu yazarları, Türk Dil Kulumu’nun önceki-yıl verdiği ödülleri diline dolamış, savcılara ihbar etmişti. Savcılar, seçici kurul üyelerinin ifadesini aldı, "Neden bu yapıta ödül verdiniz?" diye. Seçici Kurul üyeleri, savcılıktan kovuşturmaya yer olmadığı kararını aldılar. Savcıya göre, Seçici kurul üyeleri, bir yapıtta suç olup olmadığını inceleme durumunda değillerdi. O zaman, seçici kurulları hukukçulardan, avukatlardan oluşturmak gerekirdi!
Tutucu gazetenin asıl amacıysa, Atatürk'ün eliyle kurduğu Türk Dil Kurumu nu yaralamaktı. Bunda da başarı sağladığı söylenebilirdi.
Dokuzuncu Tarih Kongresi'nin kulislerine değinmiştim. Bölüm çalışmalarına, çağrılmayanlar da gelmişti. Bir konuşmacı da, Atatürk'ün içki içip içmediği üzerinde durdu. İçmediğini saptamak istiyor gibiydi. Ne ilgisi vardı, Tarih Kongresinde Atatürk'ün içki içip içmediğinin? Yerli, yabancı orada o kadar bilim adamı, uzman var. Onların yanında, arasında anılar anlatmanın, duygusal konuşmaların yeri olmamak gerekmez mi? Bazı konuşmacılara, Türk Tarih Kurumu Başkanı Ord. Prof. Enver Ziya Karal, uyarılarda bulundu...
-Lütfen, konuşmamızın dışına çıkmayın. Sorularınızı verilen bildiri çerçevesinde sorun... dedi.
Konuk bilim adamlarından bazılarına yöneltilen sorular, azından ev sahipliği ile konukseverlikle bağdaşmadı doğrusu.
dar içki aleyhinde bulundum, zararlarını saydım. "Bu baş ağrıları da ondandır" dedim.
Bağırmalar, çağırmalar arasında toplantı yer yer mahalle kahvesine döndü. Yazık!
Atatürk içer miydi, içmez miydi? Bunu, en yakınında bulunmuş kişilerin anılarından izliyorum. Haşan Rıza Soyak, "Atatürk'ten hatıralar" kitabında şöyle anlatır:
Bir sabah baş ağrısından şikayet etti, aradığım fırsat belirmişti; bundan hemen faydalandım. İlkin dilimin döndüğü kadar içki aleyhinde bulundum, zararlarını saydım. “Bu baş ağrıları da bundandır” dedim
Sükûnetle dinledi; ben susunca o, konuşmağa başladı:
-Haklısın, bunları ben de bilmez değilim çocuk, dedi. Fakat ne yapayım ki içmeye mecburum; kafam çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum. Harbiye ve Erkan Harbiye (Harp Akademisi) mekteplerinde iken sabahları beni ekseriya koğuş arkadaşlarım uyandırırdı... Çünkü, akşam zihnim herhangi bir medreseye takılırdı; onu düşüne düşüne kafam şişer, uykum kaçardı. Bütün gece, yatağın içinde, dönüp dururdum; ancak sabaha karşı, yorgun, bitkin bir halde uyuyakalırdım...
Şimdi de öyle... İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum; ıstırap içinde bulanıyorum. Aynı zamanda içki barsaklarımı da tanzim ediyor. Bu durumda, takdir edersin ki, yapabileceğim şey ancak miktarını mümkün mertebe azaltmak olabilir; ona çalışalım. (Haşan Rıza Soyak, "Atatürk'ten Hatıralar", Yapı ve Kredi Bankası yayını, cilt 1, sayfa 19).
Eylül