Sayrıevinden gelen sanığa işkence yapılır mı? 12 Eylüllerde yargılananlar, bunu da yaşadılar. Eşi, işkenceden sayrıevine kaldırılan sınıklardan bir bayan anlatıyor (Adaları bende, yazmıyorum. Önemli olan, insanların yaşadıkları çirkin olaylar. İşkence gördülerse, suç işkencecinindir, onların değil. 12 Eylüllerde 25 yaşında olan bayan sanık, tanık olduklarını anlatıyor. Soluğumu kesip dinliyorum. Olay Ankara emniyetinde “DAL”da, hücrelerde geçiyor.)
-Elime bir paket verip dediler ki: “Alıp bir tutam pamuk, böyle kulağına tampon yapman gerekir. O ıslanınca çıkarıp yenisini.” Fakat sağın demiş ki adamların bana ilettiğine göre kibriti yakıp pamuğu tutuşturacakmışım, öbür avucumla da onu hemen söndürecekmişim. Yani dezenfekte olacakmış, mikroplar ölecekmiş. O biçimde tampon yapıyorum.
-Bize onu berberler yapıyorlar, kulağımızdaki tüyleri almak için; pamuğu kibritin ucuna koyup alkole batırıp yanarken hemen tampon yapıyorlar, kulağa bastırıyorlar! (Anlattıktan sonra verdiğim örnekten utanıyorum, adam işkencede, işkencede!)
-Orada, o kirli ortamda zaten aylarca kalmışız, aylarca kir, pas. Sabun yok, birşey yok. O ortamda böyle bir insanın böyle tedavisi... Beyine en yakın organ kulak. Böyle bir durumda, ordan iltihap... Beyine de yakın, böyle ilkel bir şeyler. Sağınlar öyle söylemiş, bana da öyle söylediler. Ben yapmaya çalışıyorum, kulağından akan sulardan fanilası ıslanıyordu. Bir yandan da "Su, su.." diyordu. Siz artık benim halimi göz önüne getirin. İşte, öbür adam gelip, ona yeniden saldırınca, öbür kulağı da patladı. İki kulak birden akıyor. Ben bir yandan pamuğu sıkıştırıp birine yapıyorum tampon, öbür yandan öbürü. Bir ara elim ayağım titremeye başladı. Ateşler içinde hissettim kendimi bir an. Battaniye var tutuşacak, bir karış yer zaten. Ondan sonra "Ben sağın değilim, bacı (hemşire) değilim! Bu insana bir şey olursa, bunun hesabını nasıl.." diye bağırdım, biraz bağırdım, çağırdım kapıları yumrukladım. Onlar alıp götürdüler yeniden, böyle bir çuval gibi sırtlayıp, yeniden sayrıevine...
-Sayrıevinden yine sayrıevine...
-Sayrıevinden getirip, işte onları yaptılar. Çıkarıp dışarıya, yeniden kötü yaptılar. Çok kötü yaptılar. Ondan sonra yine ayrıca anlatacağım bir şey var, yerde upuzun yatırmışlar diye...
(Hücreden alınıp, diğer kulağı da harap edilen ve baygın biçimde yeniden hücreye atılan tutsağın eşi sürdürüyor anlatımı:)
-Eşim sayrıevine kaldırıldıktan sonra aradan kaç gün geçti, bir ay mı? Onları kestiremiyoruz. Bir gün hücrelerimizde oturuyoruz, o hücrede yanıma üç, dört bayan daha verdiler; herkes koridorlarda, hücrelerde yine. Dışarıda bir insanı çok kötü
dövüyorlar. Kim olduğunu bilmiyoruz o sırada. Korkunç böyle, basınçlı suyla ıslatıyorlar... Tek ses çıkmıyor ama o kişiden.
-Çırılçıplak soyuyorlar değil mi?
-Görmüyoruz onu. O sırada hücrelerimizin şeyleri kapatılıyor. lak tak indiriyorlar sırayla. Ki o zaman biliyoruz ki dışarıda büyük bir şey olacak. Her an bir şey olacak.
-Hücreyi nasıl kapatıyorlar?
-Hücrelerin şeyleri var, ışıklı küçük, bu kadar yükseklikte. Oradan ışık giriyor, pek kullanamıyoruz, ama yine de onlar kapatıyor. Onların bir adı var, ama "mazgal" mı deniyor? Sırayla kapatıldığı zaman, biliyoruz ki yine bir şey olacak. Yine sinirlerimiz geriliyor tabii. Dışarıda böyle çok kötü başladılar: "Sen böyle yaptıkça, sen elimizden sağ..." Konuşmuyor, hiç konuşmadı, sonuna dek. Onlara karşı bir tavır koydu, direnme biçiminde. Kimdir bu bilmiyoruz. Felaket, ama hiç ses çıkmıyor o insandan. Ölümü göze almış yani. Yalnızca müthiş bir hırıltı çıkıyor boğazından. Onlar ellerinden geleni yapıyorlar. Dövüyorlar, basınçlı su sıktılar öldüresiye. Sonra artık yapacak şey kalmadı, sanıyorum ses kesildi. Tuvalete çıkmak isteyenler için kapılar açılıyor, gözler bağlı tuvalete çıkılıyor. Biz çıkarken üç-beş kız arkadaş, gözlerimizin a tından Kimdir bu? Bu denli dövülen insan ne durumda" diye, ileride koridorun ucunda, böyle yatırdıkları bu insanı tanıyabilir mıyız diye konuşuyoruz. Kim olabilir? Tabii, belli insanlar orada, biliniyor. Allah Allah! Bakıyorum, paltosu(eşimin), ............. un paltosu. Fakat o denli değişmiş kiçarpılmış, hani artık ona benzemiyor. Apayrı bir ... Allah, Allah, diyorum, paltosundan tanıdım. Çünkü daha sonra zaten söyledi oradaki görevli nöbetçi. Çünkü, oradakilerin canı sıkılıyor böyle, biraz da yaranmak için bazıları biraz da arkadaşlarını şikayet etmek için -böyle şeyler de yapıyorlar- dedi ki: Yenge, abi, işte getirildi, durumu çok kötü. Allah sana kolaylık versin" gibi. Böyle şeyleri de oluyor, bir kısmı Anadolu kökenli. Neyse, işte o biçimde. Paltosu ıpıslak. Bir de o paltoyu üstüne örtmüşler, ıslanmış ama kendinde değil. Yüzü çarpılmış, çenesi bir yanda, başı bir yanda. Ben uzaktan bile tanıyamadım. Sonradan, -demiştim ya- paltosu onun paltosuydu. Bir de söylendi, zaten hemen sayrıevine kaldırmışlar, bir ara öldü filan diye morga filan götürmek istemişler, daha sonra yaşam belirtileri göstermiş.
-Evet...
-Sayrıevinden onu üç dört kez getirip, götürüp ağır şeyler yaptılar. Uzun tedavilerden sonra bir yıl boyunca yürüyemedi. Mamak’a sevk edilen grup içinde, tekerlekli sandalye ile sevk edildi; bir yıl boyunca yürüyemedi...
-Dört yıl kadar önce kulaklarından ameliyat olmuştu, çınlamaklar oluyor hala; bir oranda da duyma güçlüğü çekiyor!