Salına Salına...

27 Mayıs ihtilalinin ilk haftalarında filan geçmeli olay; o zamanki "Dünya" gazetesinde, ihtilalin liderini yeren ya da küçük düşüren bir resim, bir yazı mı çıkmış ne olmuş, ga­zetenin sahibi de Bedii Faik görünmekte. İhtilalcilerden Fazıl Akkoyunlu şöyle bağırır:

-Asalım, bu Bedii Faik'i; bana yetki verin, ben asayım.

-Aman Fazıl, derler, sakin ol, otur yerine hele...

Arkadaşları yatıştırırlar.

Olay, belki tam böyle geçti, belki de değişik biçimde. Bedii Faik yaşadığına göre, asılmadı demek. Bedii Faik de, uzun ol­masını dilerim, yaşamını anayasalara borçludur. 1961 Ana­yasası da bunlardan biri, hatta en ilerisi. 3 Aralık 1961 günü "Hürriyet"te çıkan "Pazar Konuşmaları"nda, yazıya "Anayasa hepimizin baş meselesi" diye girmiş, "Danışma Meclisi çalışmaya başlamıştır diye, Anayasa kaygısını yüreklerimizden atamayız" diye eklemiş.

Aynı yazıda, bir ara başlıkla Türk Dil Kurumu'na yükleniyor, çalışan personelini Türk Dil Kurumu'nda açılan yazım kurallarını öğrenme, daha iyi yazma konusunda açılan kursa gönderdiği için İçişleri Bakanına yükleniyor. TDK'nda böyle bir çalışma yapıldığını, bakanlık personelinin 45'er kişilik gruplar halinde kuruma gönderildiklerini, burada özendirme çalışmaları yapıldığını öğrendiğim zaman doğrusu çok sevinmiştim. Bir gazeteci için, bu bir haberdi. Olumlu bir çalışmaydı da. TDK Genel Yazmanı Cahit Kulebi'den rica ettim, kurstan bir resim almamıza izin vermesini istedim. Israrım üzerine resim çekildi. Kurum yöneticileri, tutucuların, ge­ricilerin kuruma saldırısından yılgın gibiydiler. Kulebi:

-Aman, dedi yayınlama, bunu fırsat bilip yine Türk Dil Ku­rumu'na saldıracaklardır. Güzel bir çalışma, engellenmesin!

Haber, damarda akacak kan gibidir, ne denli tutamayız de­seniz de durmaz. Birkaç satırlık resimaltıyla, haberi verdik, 25 Kasım günü "Cumhuriyet"te son sayfada yayınlandı. Bakınız, Bedii Faik 3 aralık yazısında ne yazdı:

Bir yazar arkadaşın sohbetinden öğrendim:

İçişleri Bakanlığımız memurları için Türkçe kursları açmış. Ama götürüp hepsini kime teslim etse beğenirsiniz, doğruca Türk Dil Kurumu'nun eline.

Yani, polisimizle, nahiye müdürlerimiz, kay­makamlarımızla, velhasıl emniyet ve asayişimiz ile uğraşan bütün görevliler ile, konuşup anlaşmak, ele dertlerimizi, şikayetlerimizi anlatmak imkanını da yakında kaybedeceğiz..

Tercümancılar durur mu? ilk onlar saldırdılar Türk Dil Kurumuna Salvo Tarık Buğra'dan geldi.

İçişleri Bakanlığını, olumlu bir iş yaptığı için kutlayacak yerde, kınamak; her güzel şeyin karşısına çıkmak, yalnız on­ları yazanları değil, tüm basını gözden düşürür. Bir gün işin farkına varanlar, bir daha inanmaz olurlar.

Yazmadan edemeyeceğim; Genelkurmay Başkanlığı, TDK'nca basılan Atatürk'ün Söylevinin telif ücreti ödenmeksizin, belli bir miktar basma hakkının Genelkurmay'a verilip ve­rilemeyeceğini sormuş. Kurum, olumlu yanıt vermiş. Binlerce söylev basılarak, Harp Okulu öğrencilerine dağıtılacakmış. Şimdi, bu kötü bir şey mi? Atatürk'ün kalıtıyla, yani mi­rasıyla, yaşayan bir kurum. Kimsenin de babasının malı değil, belki de, Türk Dil Kurumu'nu karalayıp, yıpratmakla, ka­pattırmaya çalışmakla Atatürk'e uzatamadıkları, uzatmaya korktukları dillerini açığa çıkarmış oluyorlar ne bileyim?

Milli Eğitim Bakanlığının okullarda başörtüsünün ya­saklanmasına ilişkin kararına karşı açtılar ağızlarını, yum­dular gözlerini. Ahmet Kabaklı, " Şu Başörtüsü " meselesi var ya, İmam- Hatip okullarına candan bağlı, bilgili, imanlı, peki çocuklarımızın ağızlarını bıçaklar açmıyor. Veliler üzgün ve hayretle, devlet yetkililerine telgraflar, dilekçeler yağıyor. Nereden çıktı bu? Milli Eğitim Bakanlığındaki birkaç takdirsiz veya kasıtlı bürokratın " Atatürk'ten fazla Atatürkçülük " oy­namalarından..."

diye yazdı. Milli Eğitim Bakanlığında bir yet­kiliyle konuşuyordum. Şöyle dedi:

- O, Kabaklı, O da öyle yazacak!

Anladığım, ak koyun kara koyun ortaya çıktı, çıkacak. Yazıların ne amaçla yazıldığının artık çok kimse farkında gibi.

"Tercüman" kapatıldığı zaman, Nazlı Hanım'ı aradım, "geçmiş olsun;" dedim. Dokuz ay hapis cezasına çarptırıldığı zaman da öyle. Yayın organlarının kapanmasını, yazarların mahpus dam­larına düşmelerini istemem de ondan...

Ama basını düzeltmek, basın özgürlüğünün kötüye kul­lanılmasını önlemeye çalışmak ta bizim görevimiz. Kendi yanlışlarımızı, haksızlıklarımızı görmezden gelirsek çok özlediğimiz demokrasiye kavuşanlayız.

Mehmet Kemal'in 1950'lerde yazdığı iki dizelik şiiri bel­leğimden çıkmamış şiir Ümit Yaşar'ın " garip şiirler an­tolojisinde de var. "Salına salına nere gidersiz demokrasi değil maksadız alay edersiz".

28.12.1981