Geçmişin Geleceği..

-     Abla, ben buradayım.

-     Nerdesin?

-    Saatin altındayım. Türkiye'den geldim. Hiçbir yer bil­miyorum. Trenden şimdi indim. Kayboldum. Elçilikteki bayan, karşılık verir:

-   Korkma, korkma kaybolmazsın. Orada, telefonun yakınında bir Fransız var mı, telefonu ona ver de konuşayım.

Bayan, Fransızla konuşur. Türk işçisinin gideceği kenti an­latır. Yardımcı olmasını rica eder..

Olay, sık sık, Fransa'ya çalışmaya gelen Türk işçilerinin başına gelmekte. Yalnız Fransa mı?

Paris'te, Cadet'teki kahvelerde oturduklarını öğrenince, bir­kaç Türk işçisiyle konuşabilmek için, oraya gittik. Bulamadık. Bir kahvede, Fransız kahveci, iki apartman ötedeki bir kahveyi gösterdi.

-   Eskiden buraya gelirlerdi, şimdi gelmiyorlar, oraya gi­diyorlar.. dedi.

Sonra yanında birine, "Sen Türkçe konuşursun değil mi?" diye sordu. Adam karşılık verdi:

-     Hayır..

Arkadaşım:

-   Bu ermeni olmalı, dedi. Türkçe bildiğini, belli etmek is­temedi..

Çıktık oradan.

-     Gelin sizi, bir biracıya götürelim. Çok seveceksiniz.

"Port Royal" da, "Bira Akademisi" diye bir yer. Biranın

ikiyüz çeşidi var. Yanında da patates tava ile midye dolması. Önce kirazlı bira içtik.

-     Bir tane daha için. O bira çok güzeldir.

-     Adı ne?

-  Adına "Ani ölüm" diyorlar. "Mort Subbit" Bir adı da "Şırfıntı". Fransa'da üç milyon kadar ermeni asıllı Fransız va­tandaşı var. Fransız politikacıları, Ermeni oylarını hesap et­tiklerinden dolayı mı, Ermenilerin Türklere saldırılarını en­gellemiyorlar?

Türkiye'den haberler geldi. Nevşehir CIIP İl Başkanı Zeki Tekiner'in öldürüldüğü haberi. Onun arkasından gelişen olay­lar. Zeki Tekiner kısa bir süre önce bir saldırıdan, ya­ralanarak kurtulmuştu. Bu kez faşistler, amaçlarına ulaştılar demek. Fransa'da ermeni çetelerinin yaptığını, Türkiye'de faşolar mı yapıyor?

Hükümetin başının nasıl kıvrandığını, taa buradan görür gibi oluyorum. Süleyman Bey'in de şöyle dediğini duyar gi­biyim:

-  Nasıl görüyormuş, Ekmekçi, oradan burayı? Dürbünü mü varmış?

Fransa'da, özellikle Paris'te bol bol fare üremeye başlamış. Metroda, o sıcaklıkta üredikçe üremiş fareler. Kedi kadar fare. Gelecekte, tüm Paris'i kaplayacağından korkuyorlarmış.

Paris, zencileriyle Washington'a döndü dönecek. Afrika'da, Fransız sömürgelerinde sömürülen zenciler, Paris'i dol­durmuşlar. Burada en beğenilmez işlerde, çöpçülükte, asansörlerde onlar çalıştırılıyorlar. Zenciler, burada Fransız kızlarıyla evlenmeye başlamışlar mı? Fransız kızları da pek hoşlanmışlar bundan. Gelecekte, bir fare sorunu bir de zenci sorunu düşündürüyormuş kara kara Fransız yöneticilerini..

-    Paris, Moskova parelelinde mi?

-    Öyle soğuk şaka yapma yav, dedi arkadaşım..

-    Hayır, politik anlamda değil. Coğrafi anlamda.

Fransa oldukça Kuzeyde. Marsilya, Kırım'a denk düşüyor. Gündüzler uzun, geceler çok kısa. Akşam saat 22.00'de bile or­talık aydınlık. Kararmamış. Akdeniz ülkesi olduğundan, Mos­kova'dan sıyırmış yakayı Paris. Bu kış hemen hemen kar düşmemiş. İyi mi?

Turgut Özal geldi Paris'e. Oldukça kalabalık bir kadroyla geldi.

Turgut Özal:

-   Gitmişken, çoluk çocuğu da götüreyim. Paris'i, Londra'yı bir görsünler. Ben borç erteletirken, onlar da alışveriş ederler. Diye mi düşünmüştü?

Turgut Özal, çoluk çocuk Büyükelçilik'te kaldı. Alışverişe çıktı.. Paris'e gelmişken, Londra'ya dek uzanıp orada okuyan oğlunu da görmezse olmazdı.

"Lübnan Arap Halkıyla Dayanışma" toplantısının bildirisi yayınlandı. Uzun süre, bu toplantı dolayısıyla Paris’in dışındaki "Novotel”e çakılıp kalmıştık. Libya'lı delege Ushaah Mohamed, kahvaltıda şöyle dedi:

-   Böyle toplantılar güzel ama, hep laf üretiliyor. Elle tu­tulur bir şey yok.

-   Ama, ilerici Arap halkı uyanıyor. Filistin'e bak, dedi bi­ri...

Paris'te görmek istediğim çok kimseyi göremedim. Gecenin bir yarısı, Abidin Dino'ya gittik. Newyork'tan gelen ressam Erol Akyavaş da vardı. Gecenin saat biri olmuş hala anlatıyoruz.

Yıllar önce, ya da sonraları buralara gelenler, iğneyle kuyu kazmışlar. Fikret Mualla, yıllarca kömürlükte gibi bir yerde sürünmüş.

Erol Akyavaş:

-   Ben Fikret Mualla'nın 25 franga resim sattığını bilirim., dedi.

Ressam Selim Turan'ı aradım harıl harıl. Montparnasse'a, evine gidip görüşmek istedim. Bulamayınca bir kağıt bırakıp döndüm.

Elimde Paris haritasıyla dolaşıyorum. Metro’ya binip, in­dikten sonra, çıkış yerinden çıkacak yerde, arabalar için ayrılan çıkış yerine sapıp oradan çıkmak istedim. "Yolculara yasak" yazısını da okudum. "Dur bakalım, nereye çıkacak?" derken, 150-200 km hızla giden araçların yoluna çıkmasın mı? Geri dönmek istedim kapalı. Dönüş yok. Burnumun ucundan arabalar vızır vızır geçiyor. Bir kıyıya parketmiş arabanın şoförüne sordum:

-    Ben buradan nasıl çıkacağım?

-    Bilmem..

Köprülerin altından, dehlizlerden geçtim. Neyse, insan ayağı değen bir yere vardım, epeyi terlemişim.

Çıkış yolu bulamasaydım, Lyon'a değin gidecek miydim? Metro da aktarmayı ikinci binişte denedim.

Hıfzı Topuz'un evinde, İstanbul Hukuk Fakültesi Asis­tanlarından Dr. Mehmet Akat'la tanıştım şakacı, saul bir kişi.

Onun da cebinde metro planı. Sordum:

-    Aktarmayı nasıl yapıyorsun?

-   O, karışık. Aktarma yapmıyorum. En yakın istasyonda inip yürüyorum...

Temmuz 1980