Çarşamba Yollarında...

Çarşamba'dan çıkıyorduk. Kiremit çatılı eski evler, bahçelerinde ayva, nar ağaçları arasında yeni gibi. Gazeteci ar­kadaşlardan biri bağırdı:

-Aaa, bacada şişe var, demek, bu evde evlilik çağında kız var.

-Hani nerede?... Diye şişeyi aradı otobüstekiler..

-İşte, bir tane daha.

Gelinlik kızı olan ana-baba ne desin? "Benim kızım var er­gen, kim alacak?.." diye TV'ye ilan verecek değil ya, yıllar yılı bu yöntemi bulmuşlar demek. Anadolunun birçok yerinde, böyle gelenekler, görenekler vardır.

Kız, gelin olunca artık çatıda TV anteninin bitişiğindeki şişe ya kırılır, ya indirilir.

Çarşamba'daki törene gitmeden, Samsun'da Büyük Samsun Oteli'nde geceledik. Otelde, yenildi, içildi. Samsun Valisi Al- tay Utkan'ı orada tanıdım. Adını daha önce duyardım, taa Hak­kâri Valiliği'nden.

Cahit Külebi, "Atatürk'e Ağıt" şiirinde Samsun'u anar, şöyle:

Samsun'un evleri denize bakar/ sokakları yosun içinde/ çapalar, takalar, mavnalar / bilyalar gibi suyun yüzünde/ bir iner bir kalkar.
Kazova'dan bir yar sevdim/ adamı günaha sokar..

Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı yer, doldurulmuş. Karada kalmış. Sabah erkenden Samsun çarşısını şöyle bir kolaçan et­tik, gazete, sigara aldık. Sonra, otobüslerle Çarşamba'ya gidiş.. "Çarşamba'yı sel aldı/ bir yar sevdim el aldı.." Nazım, halk türkülerini filmleştirmeyi tasarlarmış.. Başta, Çarşamba türküsü var.. Çarşamba'yı sel alıyor filmde, sevgilisini de eller alıyor, böyle bir film.. Gerçekleştirememiş tasarısını.

Deniz Baykal, Haşan Uğurlu Barajı'nı açarken yaptığı ko­nuşmada: "Sevgili Çarşamba'lılar, artık bundan sonra
Çarşamba'yı sel almayacak" demiş, ama sonra yine sel basmış Çarşamba'yı.

Karadenize özgü yeşillik, çok daha sonra başlıyor.. Ama, otobüsle Karadeniz gezisi çok güzel. Doğanın güzelliğinden he­yecanlanıyorum.

Çarşamba'da ilkin Çarşambalı kızların, kadınların el emeği, göz nuru ürünlerini, Şile bezi üzerine işlemelerini görüyoruz bir atölyede. Bir gün önce, otelde ceketimin düğmesi pat diye kopmadı mı?... Atölyede bir genç kız, hemen dikiverdi düğmeyi. Şile bezi işlemeleri, Çarşamba'ya hemen her eve bir gelir kay­nağı olmuş.. Bin beş yüz eve dağıtılıyormuş Şile bezleri. Onlar, götürü olarak işleyip getiriyorlarmış.. Vali Altay Utkan ile, Ankara'dan gelen konuklar da gezdiler atölyeyi. Orada an­latıldı:

-Birçok genç kız, burada çalışarak çeyizini, hazırlıyor.

Şirketin yöneticilerinden Rahmi Menteşoğlu da şöyle dedi:

-El işleri çıkalı, salyangorda çalışacak işçi bulamaz olduk..

Oradan kedi-köpek maması konservesi ile balık konservesi yapacak fabrikanın açılışına gidiyoruz.. Karşıda Karadeniz bakır işletmeleri lojmanları..

Fabrikayı kuran Rahmi Menteşoğlu Çarşamba'lı. Herkes, İstanbullara, şuraya, buraya göçüp gitmiş Çarşamba'dan. Men­teşoğlu:

-Biz gidemedik, kaldık, diyor.

Bir, ilkokul öğrenimi görmüş. Öğretmene bir tavuk armağan ederek alabilmiş ilkokul diplomasını. Başka öğrenimi yok. Su satmış, bir sürü işte çalışmış. Yaratıcı bir zekası var besbelli. Çarşamba da salyangoz, kurbağa toplatıp bunları işlemek için fabrika kurmak, yurt dışına bunları satıp döviz kazanmak ki­min usuna gelir? Yurt dışına at, eşek eti, salyangoz, kurbağa bacağı satarak sağladığı döviz, Vehbi Koç'un sağladığından çokmuş.. Hem de Türkiye'de tüketimi hemen hemen sıfır olan ürünleri değerlendirip satıyor. "Menteşoğlu Kardeşler"in fındık fabrikasında ayıklanıp, paketlenen fındıklardan altı bin tonu yurt dışına satıldı. Fındıkta, salyangozda, kurbağa bacağında, kedi-köpek mamasında da çoklık kızlar, kadınlar çalışıyor. Fındıkta çalışanlar, arada bir fındıkları atıyorlar ağızlarına. Ama, üç-dört gün sürermiş bu. Sonra sonra yemek istemezmiş insan. Bıkarmış..

Menteşoğlu, Çarşamba'da at, eşek eti işleyip yurt dışına satmaya, kurbağa bacağı, salyangoz işlemeye başladığında ol­dukça güçlük çekmiş. İmam karşı çıkmış önce..

Sonunda İmam da teslim olmuş. Bir uzman anlatıyor fab­rikanın önünde:

-Memlekette laf üreten çok da, iş üreten yok, diyor.

Onların da sıkıntıları varmış. Başta, "mevzuat hazretleri" geliyormuş. Dövizi fazla getirdiği için, mahkemeye düşen fir­malar bile varmış! Biri, bana eşek etini övüyor:

-Eşek, çok temiz bir hayvandır. Ottan başka bir şey yemez eşek. Hele bir yiyin eşek etini, bir daha kuzu eti yemezsiniz.

Bir başka uzman anlattı:

-At eti dışarı satılalı beri, Türkiye'de ruam hastalığı kal­madı. Atlarda görülen bu hastalıkla kolay savaşılamıyordı Şimdi, yok denecek denli azaldı.

Adana'da yıllar önce, at eti almaya karar vermişler. İ göremez atları tartıp, satın alıyorlarmış. Bir ara, at getirenle çoğalmış. Kılıkları pek düzgün olmayan bazı kişiler, atı çeki getiriyorlarmış. Birkaç gün sonra, Adana Emniyet Müdürü il konuşurlarken Müdür, şöyle demiş:

-Son günlerde Adana'da atlar ortadan kaybolmaya başladı. Günde yirmi-otuz ihbar alıyoruz!

Gezip gördüğümüz fabrikalar zamanla yüzyılımıza uygun duruma getirilebilirler. Buralarda, sağlık koşulları, temizli! çok önemli. Kurbağa, salyangoz fabrikaları ile at, eşek eti fabrikasında, Fransız, Alman, Romen uzmanlar da çalışıp denetliyorlar. At etleriyle, kurbağa bacakları, işlenmiş sal­yangozlar eksi kırk derecedeki soğutma depolarında saklanıyor. Kurbağanın canlı dışsatımı daha çok para getiriyormuş. Uçaklara yerleştirilen kurbağa sandıklarından vrak.. vrak.. ses­ler gelirmiş.. Salyangozu ise öve öve bitiremedi Mehmet Menteşoğlu.

Çarşamba'dan Ünye'ye geçtik. Çamlık Lokantasında ye­mekten sonra, Ankara'ya döndük..