Ekmekçi'nin Kalemi

İkisinin de aralarında çözemedikleri tek sorun vardır ve karşılaştıklarında çekişirler: "Hangimiz daha karayız?" İkisinin de yüzü tatlı bir karalık içindedir ve paylaşamazlar bunu.

Yürekleri ise duru sular gibidir ve insancıl.

Mustafa Ekmekçi ile Adnan Binyazar'dan söz ediyorum.

Ekmekçinin bir kitabı yayımlandı geçen haftalarda; Binyazar da, iki kitap birden yayımladı ki; bitirdiğimde, o ça­lışmaları için düşündüklerimi söyleyeceğim okuyucularıma.

Ekmekçi, Ümit Yayıncılıkta çıkan Tilkiyle Kuyruğu adlı eserinde, Ankara Notları köşesinde yayımladığı yazılarından bir derleme yapmış.

Bu ilk derleme, belli ki arkası gelecek, gelmeli de.

Her zaman ilgimi çekmiştir o köşe.

Ondan olacak, gazetecilikte çıraklığım bir bakıma o kö­şede olmuştur; kendi kanatlarımla uçabileceğim cesareti bu­labildiğimde; şu şimdiki köşeme çekildim. Ekmekçi'den ica­zetli sayarım kendimi bir ölçüde.

Ama asıl önemlisi, o köşede Ekmekçinin yazdıkları...

Sayısı az da olsa, kimi insanlara birer dedikodu yığını gibi gelir "Ankara Notları" zaman zaman. Ben o görüşte değilim. Orada, bazen açık, bazen de "satır aralarında" bir mesaj vardır. Emekten yana, bağımsızlıktan yana, demokrasi ve aydınlıktan yana bir mesaj...

İşçi ve emekçilerin sorunlarına alınterinin altını çizerek yer

vermesi; düşünce özgürlüğünü durmadan savunması; laiklikten ödün vermeden konuşması; din ve vicdan sömürücülerine durup durup çatması; 12 Eylül'ün, bu arada YÖK un ülkemizin başına bela oluşunu hep tekrarlaması; Köy Enstitülerinin anı­sına olan saygısı, bu temel görüşün bir sonucudur.

Domuz eti deyip tutturması da bundandır.

Düşünebiliyor musunuz, adam Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor; satılmaz diye bilinir, ama satıyor.

Bu bir iştir ki, yürek ister, direniş ve sabır ister.

Mustafa Ekmekçi'de bunlar fazlasıyla var.

"Ankara Notları"nın bir başka erdemi, o geniş insan çerçevesidir. Kimler yoktur ki orada? Öğrencisi, profesörü, emeklisi, memuru, işçisi, köylüsü, şairi ve yazarıyla, hemen hemen bütün toplum kesimlerinden insanlar... Sosyal çevresi en geni: gazetecilerimizdendir Ekmekçi. Bunca ilişkiyi nasıl kurar meral etmişimdir ve çoğu kez doğrudan temastan elde edilmiş göz emlerdir yazdıkları.

Marko Paşa'dır bir anlamda, dert dinler, çare arar.

Halk gazetecisidir gerçekten.

E, koskoca Frenk Mustaa Bey'in torununa da böylesi ya kışırdı!

Bu kitabından öğreniyorum: Gazetecilikte 45. yılı Ekmekçi’nin. Toplumumuzda kavga-gürültünün alabildiğine yoğunlukla yaşandığı bir dönemde geçirilmiş yıllar bunlar. Eserinin bir yerinde, "En büyük desteğim, bilime inimmiş, gerçekçi okurlar oldu" diyor.

O okurlar arasında ben de varım!

Basınımızda "fire" ve "zayiat"ın pek yüksek dozda yaşandığı bu dağdağalı dönemi, ödün, vermeden -alnının akıyla- geçirmiş bir gazeteci olarak, günümüz gazetecilerine öğüt verme hakkını görüyor kendisinde ve şöyle diyor: "Bıraksınlar lider konuşmalarından yazı yazmayı. Dedikodu yazarlığım bıraksınlar, yeni konular yaratsınlar. Örneğin, dursunlar Köy Enstitüleri gerçeği üstünde, dilin özleşmesi üstünde. Domuz eti üstünde yazsınlar. Ne olur, biri yazsın da dişimi kırsın!"

Buyurun, hodri meydan!

Ekmekçinin kitabına aldığı yazıları, daha önceki tarihlerde yayımlanmış da olsalar, güncelliklerini sürdürüyorlar

Okuyunuz göreceksiniz.

Hüsnü Göksel Hocamızın, Muammer Aksoy'un ölümü dolayısıyla kendisine anlattığı bir fıkra var ki, yine o kitaptan öğrendim ve pek anlamlı buldum: Picasso'nun bir matador ar­kadaşı varmış, bir gün sanatçıya, matadorluğu bırakacağını söylemiş. Ünlü ressam, arkadaşına "Nasıl bırakırsın" demiş, senin onurlu ölümün boğanın boynuzunda olacak; benimkisi de, tu­valimin karşısında resim yaparken, fırçam elimden düşerek!"

Mustafa Ekmekçiye, onurlu kalemiyle nice yıllara!

Server Tanilli
"Bir Bakıma" köşesi, 22 Eylül 1995
Cumhuriyet Gazetesi