Dökülenler...

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Esat bey ile müsteşarı Necdet bey. Ankara'da Kömür Satış Müdürlüğüne gidip, du­rumu yerinde görmek istediler. Pek göremediler mi? Soğukta kuyrukta bekleşen Ankaralılar, bakanı da müsteşarı da yu­haladılar mı? Biri:

-    20 yıldır, böylesi görülmedi... dedi.

-   Hükümetin başının, kaz gütmeye benzettiği yönetimin cılkı çıktı... dedi biri de her şey dökülüyor, diye ekledi, An­lattı:

-   Bizim, Erzurum'un Dikyar köyünde bir pepe Halil amca vardır. Ermeni savaşında başarılı işler görmüş, maaş bağlanması için aşılmaz bürokrasi zorluklarından bıkınca, Süleyman bey'in ye-me-ce'ler öncesi iktidarında, Erzurum'a gelişinde doğrudan ona çıkmayı planlamış. Orduevi önünde Süleyman bey'i yakından görünce, yanındaki önderine şöyle demiş:

-   Hah, hah hah... Haydi, vazgeçtim! Kırk milyon insanın derdiyle uğraşan kişinin boynu armut sapı gibi ince, karnı mağara gibi (içeriye çekik) olur. Bundan hiç kimseye fayda gelmez... Anlatan, ekledi:

-   Adamda hiçbir üzüntü, rahatsızlık yok. Her gün biraz da­ha semirip serpiliyor... Hani, "Bu hükümet gider, dertler biter"di? Maşallah, hem de dediği gibi oldu! Anarşi, yokluk, pa­halılık, kuyruk, kıyım, kayırma, "Bölücülük (iktidar eliyle)" ya çare? O da hak getire! Ne yapacağız, nereye gideceğiz? şaşırdık...

Hastanelerde hastalar, soğuktan titreşiyor. Dairelerde çalışılmıyor. Okullar, kömürsüz, kalorifersiz, Öğretmenler, kıyılıyor.

27 Mayıs’tan sonra, Türk Ceza Yasasında geçen "Vatana iha­net" suçundan yargılanıp, hüküm giyen Celal bey'in, avukatı olarak, icra işlerini izleyen, Orhan Cemal bey, Bütçe ko­nuşmasında şöyle dedi:

-   Eğer Milli Eğitimde hiçbir şey olmuyor idiyse, bu olanlar ne? Bunları dışardan gelen gizli kuvvetler mi yapıyor, yoksa Milli Eğitimin bünyesine sızmış vatan hainleri mi yapıyor? ,

Kağıtsızlık yüzünden, gazetelerin baskıları aksadı. "Fırt" dergisi bir karikatüründe, kağıt sıkıntısını şu sözlerle açıklıyor.

-   Memleketin içine o kadar etliler ki... Bütün kağıdı dötlerini silmek için kullanıyorlar, o yüzden kağıt sıkıntısı çekiyorlar...

Üsler, Amerikalılara beş yıllığına kiraya verilmek mi is­teniyor?

-    Şu, Amerikan kuyrukçuluğundan kurtulalım, bağımsızlığımızı koruyalım dedi mi biri, "Vatan haini" dam­gası hazır.

Ekber Babayef, "Nazım Hikmet" kitabına yazdığı önsözde şöyle diyor:

"Nazım Hikmet'in odası. Duvarda Abidin Dino'nun "Yürüyüş" tablosu, İstanbul'un renkli fotoğrafı, Avni'nin "At­lar"!. Bulgar piyonerlerinin hediyesi: Nakışlı, dokuma bir halı, halıda Nazım'ın çok güzel, çok büyük ve kendisine en çok benzeyen bir portresi.

Nazım'ın masasında, Nazım'ın yazı makinesinde Nazım'ın kitabı için önsöz yazıyorum. Nazım'ın bana hediye ettiği ka­lemle tashihler yapıyorum"

Sonra Nazım'ın el yazısıyla yazdıkları, Babayef'e yazdırdıkları. Nazım'ın sanat yaşamı... Ne güzel anlatıyor, Nazım.

"... Sonra kızlara tutuldum, şiir yazdım. Sonra Antant İstanbul'u işgal etti, onlara karşı ve Anadolu savaşını tutan şiirler yazdım...

Anadolu'ya geçtim. Millet sıska atları, Nuhtan kalma si­lahı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Mil­leti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim, bayıldım ve bütün bunları başka türlü yazmak gerektiğini sezdim, ama yazamadım. Daha büyük bir sarsıntı gerekti. (Ve o gün bu gündür şiir yazmadan edemiyorum)..."

Hükümetin başının oturduğu Güniz sokak'ta bütün gün elektrikler kesilmiyor muydu? Orada oturanlar daha bir mutlu muydular?

Yahya'nın işleri tıkırında mıydı İsviçre'de? Hiç ses soluk da yoktu... Hükümetin başı, "demagojiye yokum, diyolağa varım", diye yanıtlıyordu.

Ecevit'in ortaklık önerisini, "işi gücü bırakıp koalisyona mı gidelim?" diye yanıtlıyordu.

-  Dökülüyor işte, her şey ceza evlerinden kaçan kaçana dedi biri de ekledi:

-  Bir ülke, gemi değil ki, su ala ala batsın. İşte böyle batar. Böyle batırılır.

Nazım, sanatında Şeyh Bedrettin kitabının etkisini ıh­latıyor.

"Bu kitaptan sonra, şekil meseleleri, hele hapise girdikten sonra, kafamda bir kat daha berraklaştı sanıyorum. Evvela, hiçbir şekil imkanını, tarzını inkar etmiyorum. Şiir kafiyeli de, kafiyesiz de vezinli de, vezinsiz de, bol resimli, hiç resimsiz de, bağırarak ta, fısıldayarak ta, yazılabilir, yeter ki yazılacak şey olsun. Ve bu yazılacak şey en uygun şeklini, -bazan bir tarihi merhaleye göre en uygun şeklini en ustaca bulmuş olsun. Şahsen kendimse, şekli öylesine öze uydurmak istiyorum ki, şekli, özü bir kat daha belirtsin, ama kendisi, yani şekil belli olmasın. Güzel bir kadın bacağını bir kat daha güzelleştiren, fakat ken­disi belli olmayan ince bir çorap gibi..."

Nazım Hikmet'in "Vatan Haini" şiirini anımsamış olmalı çok kimse. Şöyleydi şiir:

"Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz" dedi Hikmet.

"Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne kap­kara haykıran puntolarla,

Bir Ankara gazetesinde fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 56 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hik­met

"Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurt­seversiniz

Ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim...

Vatan çiftliklerinizse,

Kasalarınız ve çek defterleriniz içindekilerse vatan,

Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan,

Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın

Fabrikalarımızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

Vatan mızraklı ilmihalse, vatan polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan Vatan Amerikan üsleri,

Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

Vatan kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan Ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:

"Nazım Hikmet Vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
 

11.1.1980