12 Eylül’ün üzerinden üç gün geçti, darbesinin üzerinden 16 yıl- 1981 yılında bir genç, Ankara’da "DAL"da işkencede, Ankara emniyetinin garajdan bozma alt kat hücrelerinden birinde "4" numaraya yatırılmış; "Ölür elimizde kalır' diye korkularından sanığın 19 numarada kalan eşini çağırıyorlar. İşkence görenin eşi, on beş yıl sonra anlatıyor yaşadıklarını;
dilim tutuk dinliyorum: .
- Bana bazı şeyler söyleyebiliyor, diyor ki: Belki öldürebilirler beni, ama bir şey söylemiyorum onlara!" Bunları bana söyleyebiliyor. İşkencede direniyor belli ki. Oldukça da kararlı. Ben de işte, pamuk istedim dışarıdan. Vurdum kapıyı dedim ki: "Kulağı çok akıyor!" Bir yandan su içirmeye çalışıyorum, ben de çok zayıfım. Bir şey de pek yiyip içmiyoruz orada tabii. Çok da zayıfım, ama o halimde de...
- Yiyecekler nereden geliyor, dışarıdan mı?
- Yooo, bize bir şey gelmiyor. Ailesi çok ilişkili olan, torpili olanlar filan dışarıdan bazı şeyler gönderiyordu, ama benim annemle hiçbir kontağım yok. Dışarıda zaten annemle bebek oğlum kalmış. Öldüğümüzü filan sanıyorlarmış o dönemde. Kimse birbirini duymuyor, haberdar değiliz. Oradan işte, süt filan veriyorlar, emniyet, günde bir şişe süt veriyor, onu da içmiyoruz bile zaten. İşte, ekmek, helva... Askere verilen malzemelerden herhalde onlar; çok basit şeyler, yemek filan yok öyle. Bir parça ekmek, bir parça helva; o kötü etlerden -çok ender olarak- ordunun kullandığı buzhaneden. Onları da yemiyorduk!
Neyse, pek yeme içme olayı yoktu tabii. Sadece kuru ekmekle helva diye düşünebilirsiniz yeme olayını. Böyle kırk yılda bir süt getirilir o kâğıt kutularda. Biz de onları su için kullanıyorduk, içine su koyup içiyorduk. Çok ilkel şeyler.
Bir yandan ben ona (eşime) su içiriyorum, ama bir yandan da kulağından su akıyor, korkunç bir şey böyle. Sonra, bir işkenceci kapıyı tekmeleyerek açtı; ben ne olduğunu falan anlayamıyorum, o sırada korkunç bir şeydi; hemen "kalk!" diye bağırmaya başladı. Ben "Ne oluyor?" diye tepki gösterdim. "Bu haldeki bir insana ne yapıyorsunuz böyle?" dedim. Beni hızla itti! Duvara çarpıp düştüm. Tuttu, baygın yattığı halde, kulağından da sürekli su akıyor, tuttu onun saçlarını böyle, taktı parmaklarını sürükleyerek zorla çıkardı. Korkunç, iğrenç bir adamdı. Dışarıya çıkardı...
- Görsen tanıyabilir misin bu adamı?
- Tanıyorum ben onu!
- Görüyor musun?
- Hayır, görmüyorum, ama ben o anda öyle bir baktım ki, asla unutamam! Sonradan yargılandı onlar, bizimkilere işkence yapmaktan.
- Ne oldular, mahkûm oldular mı?
- Mahkûm olmadılar, çünkü herkes, oradaki görevliler onların şeylerini örttü. Yani, suçlarını örttü. Zaten o denli yaygın ki, bir tek o değil, onun gibi çok insan var.
Eşim de, arkadaşı ................ da söylüyorlar, "Bunlardı bize
işkence yapanlar" diye. Onlar ise ceza almadan kurtardılar. Ben askeri savcının odasında savcılık ifademin alınması için bekliyordum; o sırada o adam girdi odaya. Onu görür görmez dedim
ki savcıya; "Bak, bu adamdı!" dedim, "İşte buydu,............ 'a ölümcül
sayrı iken onu şey yapan..." Askeri savcı ham hum yapıp... Askeri savcı biliyordu, bildiği halde laf karıştırdı ve birbirinin...
- Pisliğini örttü!
- Evet, evet... O anda tutanak tutması gerekirdi iyi bir savcı olsaydı; gerçek anlamda dürüst bir insan olsaydı; böyle gösterdim; "Buydu!" dedim. Ki büyük bir cesaretle, anında onu tanıdım. "Çağırın" dedim, "burada tutanak tutulsun!" "Yok dedi, işte şöyleydi, böyleydi bilmem ne. Yani, öyle günlerdi ki zaten, kimse bizi dinlemiyordu. Ölmüş de olabilirdik. Öylesine tesadüfen yaşıyoruz bugün işte! Herkes kim vurduya gidiyordu, biliyorsunuz...
- Evet, olaya gelelim...
- Neyse, (işkenceci) çekti onu hücreden, sürükleyerek çıkardı, dışarıda korkunç bir biçimde: "Sen söylemiyorsun, ama biz senden bunu almasını biliriz!" Bilgi istiyorlardı herhalde, o da gık diye ağzını açmıyor...
- Ne gibi bilgi istiyorlar?
- Ne bileyim? Kendilerine göre, uydurup uydurup kafalarında... İşte kim gelmiş, kim gitmiş? O gün o toplantıda kimler var? Böyle şeyler.
- Siz işkence filan gördünüz mü?
- Tabii, zaman zaman kaba dayak biçiminde bir şeyler yapmaya çalıştılar, ama ben çok zayıftım, "Elimizde kalır" diye korkuyorlardı.
- Kaç kiloydunuz?
- Kırk kiloydum (gülüşmeler), şu anda 55 kiloyum! O zaman duşunun, iskelet gibi bir şeydim yani, korkuyorlardı.
-Kaç yaşındaydınız?
-25 yaşındaydım! Bizi sorguya alanlar, seslerinden belli ki, “Aaaa, bu bizim Mülkiyeli” falan diye konuşuyorlar. Neyse, işte o adam eşimi çıkardı, çok kötü yaptı, koridorda işkence yaptı. Herkes duyuyor, orası kalabalık. Herkes sinmiş durumda, üzgün ve endişeli. Ondan sonra, yeniden attılar hücreye, bir iki polis getirdi, bu kez diğer kulağı da patlamıştı. Kulaklarına tampon yapıyorum, su çıkıyor sürekli; artık bayılmış, kendinden geçmiş…
15 Eylül 1996